A Plague Tale: Innocence incelemesi

14 Haziran 2019 21:30

SAVAŞTA KİMSE MASUM KALAMAZ

Elbette bu iki kardeşin yolculuğu hiç de kolay olmuyor. Bir yanda sivilleri hedef alan savaşın piyonları askerler, diğer tarafta kardeşimizin peşindeki Engizisyon ve tüm bunların yanında da tüm şehri ele geçirmiş olan milyonlarca sıçan. Eli silah tutan yağız bireyler olmadığımızdan dolayı tüm bu engellerle gizlilik temelli mücadele etmemiz gerekiyor. Sıçanlarla mücadele etmenin mekaniği oldukça basit; ışıktan korkuyorlar. Ancak bu basit mekanik sayısız şekilde oyunda işlevselliğe dönüşüyor. Işık olmadığı taktirde saniyeler içinde kemiklerimize kadar yiyip bitiren bu sıçanlardan kurtulmak için saman balyalarını yakıyor, meşale taşıyor ve hatta çakan şimşekleri kullanıyoruz. Sıçanların bulunduğu her ortam A noktasından B noktasına ulaşılması gereken bulmacalar şeklinde tasarlanmış. Söz konusu insanlar olduğunda ise işin rengi biraz daha değişiyor. Tamamen gizlenerek ve hiçbir şekilde müdahil olmadan kurtulmanın da mümkün olduğu bu düşmanlara karşı agresif bir tutum sergilemek de mümkün. Sahip olduğu tek silah sapanı olan Amicia, kasksız düşmanların beyninin pekmezini akıtabiliyor örneğin. Ancak dahası, bir noktadan sonra düşmanımız olan fareleri bir silah olarak da kullanabilir hale geliyoruz. Devriye atan bir askerin elinde taşıdığı gaz lambasını sapanımızla kırdığımız taktirde köşede bekleyen sıçanlar bir anda saldırıp yok edebiliyor. Yolumuzda ilerlemek için birer birer bu engelleri ortadan kaldırıyoruz ancak her bir adımda masumiyetimizi de arkamızda bırakmaya başlıyoruz…

BÖYLE ATMOSFER ZOR BULUNUR

Oyunun sahip olduğu atmosferi ne kadar övsek az. Orta seviye bir bütçe ile hazırlanmış ve sıfıra yakın tanıtım gücü bulunan AA bir yapıma göre olağanüstü grafiklere sahip A Plague Tale. Bu grafik gücünü de her bir sekansı sanat eserine dönüştürebilmek için kullanmışlar. Oyunda öyle anlar var ki, yüzünüzde kahrolmuş bir ifade ile ekrana bakakalırken buluyorsunuz kendinizi. Amicia ve Hugo’nun hayatta kalabilmek adına sayısız ölü bedenin suratlarına basarak ilerlemeye çalıştıkları an eliniz daha fazla ilerlemeyi reddedecek adeta… Ancak bu eşsiz atmosferin yaratılmasında asıl başarıyı ses ve müzik departmanı sırtlanıyor. Etrafınızı sarmış olan binlerce sıçanın çıkardığı sesler o kadar rahatsız edici ki, imkanım olsa da eğilip 5 yaşındaki Hugo’nun kulaklarını kapatabilsem diye düşünmeden edemeyeceksiniz. Telli enstrümanların ağırlıkta olduğu müziklerin ise her biri ayrı birer başyapıt. Daha önce Vampyr, 11.11 Memories Retold, Get Even ve Remember Me gibi müzikleri ile büyük övgü toplamış yapımlarda çalışmış olan Olivier Deriviere yine kusursuz bir iş ortaya çıkarmış. Oyunu bitirdikten sonra uzun bir süre Soundtrack’i en çok dinledikleriniz listesinde kendisine yer bulacaktır.

KULAK VERİN BU HİKAYEYE

A Plague Tale: Innocence kuşkusuz bugüne dek oynadığınız en iyi oyunlar listesinde kendisine yer bulamayacak. Eksiklikleri, hataları elbette var. Ancak hayatımızda yeni ve güzel bir hikaye dinlemek için vakit ayıramayacaksak ne için ayıracağız? A Plague Tale ruhunuza temas eden ve insan olduğunuzu hatırlatan, eşlik etmek isteyeceğiniz bir öykü.

Sayfa: 1 2 3 4 5

Paylaş