Anlatmak istediği bir hikayesi olan ve bunu lineer bir yapı içinde oyuncuya aktarmayı seçen yapımların sayısı giderek azalıyor. Eğer birilerini yenmek için değil de güzel bir hikaye dinleyebilmek için oyun oynayan biriyseniz, A Plague Tale: Innocence tam size göre demektir. A Plague Tale çok ilginç oyun içi mekanikleri olan, şaşırtıcı fikirlerle dolup taşan bir yapım değil. Oyun tüm ağırlığını iki önemli unsurun üzerinde yoğunlaştırıyor: Hikaye ve atmosfer. Bu iki unsuru dengeli ve başarılı bir şekilde ekrana yansıtmak o kadar da kolay bir iş değil. Çünkü iyi bir öyküyü kaleme almak zaten zor bir meziyet ancak bunu oyuncuya hissettirecek, temas edecek şekilde aktaramadığınız zaman öykünün de hiçbir kıymeti kalmıyor. Mass Effect: Andromeda’da karşımıza çıkan saçma yüz animasyonları nedeniyle diyalogların bir anda değersizleşmesi gibi… Karakteriniz o sırada kemiklerine kadar korktuğunu belli eden cümleler kurabilir ancak ekrana yansıyan dünyanın görüntüsü o korkunun sebebi olacak işaretleri taşımıyor, kulağınıza ulaşan ses ve melodiler bu ağırlığı desteklemiyorsa karakterinizle empati kuramaz ve korkusuna eşlik edemezsiniz. Neyse ki A Plague Tale bu iki unsuru da muazzam bir şekilde işleyerek oyuncuyu ekran başında adeta mest ediyor. ÖLÜMÜN KARANLIĞI Hikayemiz 14. yüzyılda, veba ve savaş ile perişan olmuş Fransa’da geçiyor. Bugüne dek çok fazla eserde (en azından video oyun tarafında) ele alınmamış olan bu dönem aslında dramatik öykücülüğü hedefleyenler için muazzam bir zenginlik barındırıyor içinde. Bir yandan İngiltere’ye karşı topraklarını savunmaya çalışan ve Yüzyıl Savaşları olarak tarihe geçen dönemde tükenme noktasına gelen Fransa, bu yeterli değilmiş gibi bir de Avrupa nüfusunun neredeyse yarısını ölüme sürükleyen Kara Ölüm veba salgını ile mücadele etmek zorunda kalmıştı. Bu dönemle ilgili karşımıza çıkan eserler genellikle Fransa’da direnişin sembolü olarak görülen Jeanne d’Arc etrafında şekilleniyor. Oysa ki savaşın ve vebanın yaşattıkları üzerine anlatılabilecek daha pek çok hikaye barındırıyor bu dönem. Hele de tüm bu yaşananlar Kilise’nin zeminini sallar ve Engizisyon’un kılıcının giderek keskinleşmesini sağlarken. İşte A Plague Tale: Innocence tam olarak bu karanlık zaman dilimine ışık tutmaya çaba gösteriyor. Karakterimiz Amicia, muazzam bir karmaşanın içerisinde yer alan Fransa’da ailesiyle birlikte görece izole ve rahat bir hayat yaşamakta olan genç bir kız çocuğu. Sahip olduğu amansız bir hastalık nedeniyle dış dünyadan ve tüm aile fertlerinden uzak bir yaşam sürdürmek zorunda kalan 5 yaşındaki kardeşimiz Hugo’nun ızdırabını saymazsak aristokrat yapının getirdiği rahatlıkla De Rune ailesi huzuru iliklerine kadar hissediyor. Elbette bu huzurlu ortam çok uzun sürmüyor ve ilk olarak vebanın taşıyıcısı kara sıçanlar kendisini gösteriyor ve hemen ardından da kapımıza Engizisyon dayanıyor. O an nedenini bilmesek de Engizisyon’un küçük kardeşimizi ne pahasına olursa olsun yakalamaya çalıştığını öğreniyoruz ve bu uğurda ödememiz gereken pahayı da tez elden tecrübe ediyoruz. Ailemiz de dahil olmak üzere malikanede yer alan herkesi kılıçtan geçiren Engizisyon’un eline düşmemek için kardeşimizi odasından alıyor ve kaçıyoruz. Hugo’nun dış dünyayla ilk kez tanışması da işte bu şekilde gerçekleşmiş oluyor… FELAKETLE BİRLEŞEN HAYATLAR A Plague Tale temelde Amicia ve Hugo’nun yolculuğunu ele alıyor. Evet, büyük resme baktığımızda hikayenin daha büyük bir ölçeği ele aldığı ortada. Hugo’nun taşıdığı hastalığın farelerle ve veba ile bağlantılı olması ve Engizisyon’un bu bağlantıyı kullanarak gücü eline geçirmek istemesi hikayenin finalini bağlayacak olayların çarkını döndürüyor. Ancak oyunu bitirip de, yüreğinize oturmuş olan taşın ağırlığını hissederek ekrana bakarken düşündüğünüz şeyler bunların hiçbiri olmuyor. Bu; tüm o zehrin ve karanlığın ortasında nehirdeki balıkların çıkardığı baloncukları ilk kez görüp heyecanlanan Hugo’nun ve sayısız ölü bedenin ortasında hayat bulmuş renkli bir çiçeği kardeşi küçücük elleriyle saçlarının arasına yerleştirirken hüzünlenen Amicia’nın hikayesi. Hiçbir zaman kardeş olmanın güzelliğini yaşayamamış iki insanın, kıyametin ortasında birbirlerini bulma öyküsüdür A Plague Tale: Innocence… SAVAŞTA KİMSE MASUM KALAMAZ Elbette bu iki kardeşin yolculuğu hiç de kolay olmuyor. Bir yanda sivilleri hedef alan savaşın piyonları askerler, diğer tarafta kardeşimizin peşindeki Engizisyon ve tüm bunların yanında da tüm şehri ele geçirmiş olan milyonlarca sıçan. Eli silah tutan yağız bireyler olmadığımızdan dolayı tüm bu engellerle gizlilik temelli mücadele etmemiz gerekiyor. Sıçanlarla mücadele etmenin mekaniği oldukça basit; ışıktan korkuyorlar. Ancak bu basit mekanik sayısız şekilde oyunda işlevselliğe dönüşüyor. Işık olmadığı taktirde saniyeler içinde kemiklerimize kadar yiyip bitiren bu sıçanlardan kurtulmak için saman balyalarını yakıyor, meşale taşıyor ve hatta çakan şimşekleri kullanıyoruz. Sıçanların bulunduğu her ortam A noktasından B noktasına ulaşılması gereken bulmacalar şeklinde tasarlanmış. Söz konusu insanlar olduğunda ise işin rengi biraz daha değişiyor. Tamamen gizlenerek ve hiçbir şekilde müdahil olmadan kurtulmanın da mümkün olduğu bu düşmanlara karşı agresif bir tutum sergilemek de mümkün. Sahip olduğu tek silah sapanı olan Amicia, kasksız düşmanların beyninin pekmezini akıtabiliyor örneğin. Ancak dahası, bir noktadan sonra düşmanımız olan fareleri bir silah olarak da kullanabilir hale geliyoruz. Devriye atan bir askerin elinde taşıdığı gaz lambasını sapanımızla kırdığımız taktirde köşede bekleyen sıçanlar bir anda saldırıp yok edebiliyor. Yolumuzda ilerlemek için birer birer bu engelleri ortadan kaldırıyoruz ancak her bir adımda masumiyetimizi de arkamızda bırakmaya başlıyoruz… BÖYLE ATMOSFER ZOR BULUNUR Oyunun sahip olduğu atmosferi ne kadar övsek az. Orta seviye bir bütçe ile hazırlanmış ve sıfıra yakın tanıtım gücü bulunan AA bir yapıma göre olağanüstü grafiklere sahip A Plague Tale. Bu grafik gücünü de her bir sekansı sanat eserine dönüştürebilmek için kullanmışlar. Oyunda öyle anlar var ki, yüzünüzde kahrolmuş bir ifade ile ekrana bakakalırken buluyorsunuz kendinizi. Amicia ve Hugo’nun hayatta kalabilmek adına sayısız ölü bedenin suratlarına basarak ilerlemeye çalıştıkları an eliniz daha fazla ilerlemeyi reddedecek adeta… Ancak bu eşsiz atmosferin yaratılmasında asıl başarıyı ses ve müzik departmanı sırtlanıyor. Etrafınızı sarmış olan binlerce sıçanın çıkardığı sesler o kadar rahatsız edici ki, imkanım olsa da eğilip 5 yaşındaki Hugo’nun kulaklarını kapatabilsem diye düşünmeden edemeyeceksiniz. Telli enstrümanların ağırlıkta olduğu müziklerin ise her biri ayrı birer başyapıt. Daha önce Vampyr, 11.11 Memories Retold, Get Even ve Remember Me gibi müzikleri ile büyük övgü toplamış yapımlarda çalışmış olan Olivier Deriviere yine kusursuz bir iş ortaya çıkarmış. Oyunu bitirdikten sonra uzun bir süre Soundtrack’i en çok dinledikleriniz listesinde kendisine yer bulacaktır. KULAK VERİN BU HİKAYEYE A Plague Tale: Innocence kuşkusuz bugüne dek oynadığınız en iyi oyunlar listesinde kendisine yer bulamayacak. Eksiklikleri, hataları elbette var. Ancak hayatımızda yeni ve güzel bir hikaye dinlemek için vakit ayıramayacaksak ne için ayıracağız? A Plague Tale ruhunuza temas eden ve insan olduğunuzu hatırlatan, eşlik etmek isteyeceğiniz bir öykü. DETAYLAR Oyunun büyük bölümü huzursuzluk içerisinde geçse de Hugo’nun yaşamın güzelliğini keşfettiği anlar da bulunuyor. Bu kontrast oyunun atmosferini daha da zenginleştiriyor. İnsan düşmanlara karşı devamlı gizlenerek hareket etmek zorundasınız. İsterseniz doğru anı bekleyip kaçabilirsiniz. Ancak elindeki lambayı kırıp sıçanlara yem etmeniz de mümkün… A Plague Tale sunduğu kısa huzur anlarını anında elinizden alma konusunda çok acımasız. 5 yaşındaki Hugo’yu çekip çıkarmak isteyeceğiniz çok fazla rahatsız edici yere gireceksiniz. Oyunun merkezinde yer alan sıçanlar her yerden ve sürekli olarak üzerinize yağıyor. Ancak bir noktadan sonra onları silah olarak da kullanabilir hale geliyorsunuz. PUANLAMA