Oyun tarihinde pek çok yapım zorluk seviyesi ile adından söz ettirmiştir. Ancak Souls serisine kadar hiçbirisi bunu bir oyun mekaniği haline getirmemişti. Bloodborne, her ne kadar isminde Souls kelimesi geçmese de kardeşlerinin izinden ilerliyor ve ölümü sizin için vazgeçilmez kılıyor. Bu özellikle mi denk geldi yoksa tamamen bir tesadüf mü oldu bilmiyoruz ancak bu ay sayfalarımıza hep zor oyunlar teşrif etti. Başta da dediğimiz gibi, diğerleri sadece türleri içinde zorluk dereceleri yüksek oyunlar olarak değerlendirilirken, Bloodborne zorluğu üzerinden bir oyun türü yaratmayı başarıyor. Eğer Demon’s Souls ve Dark Souls serisini oynadıysanız From Software’in yeni oyununda ne bulacağınızı zaten biliyorsunuz. Ama olur ya, bu firmanın eserlerinden karşınıza çıkan ilk oyun Bloodborne olursa gerçek bir cehennem azabı sizi bekliyor demektir. Pek çok kişinin kafasını kurcalayan soru şu; “Bloodborne, Souls oyunlarından daha kolay mı yoksa zor mu?” Bu cevabı çok net olmayan bir soru aslında. Geçtiği dönem ve yapısal değişiklikler sebebiyle bazı farklılıklar bulunuyor oyunda ve bunların bazıları işinizi kolaylaştırırken bazıları ise çok daha zor hale getiriyor. Tüm bunlardan yazımızda bahsedeceğiz ama şurası kesin ki, tekrar, tekrar ve tekrar öleceksiniz… HOŞGELDİN HEDİYESİ Oyuna başladığınızda çok değil sadece 30 saniye mesafede ilk düşmanınızla karşılaşacaksınız. Normal bir oyunda bu düşman, siz hareketleri öğrenesiniz ve alıştırma yapasınız diye orada bulunur. Kolaydır, bir iki darbede indirirsiniz. Burada ise öleceksiniz. Beceremediğiniz veya bir şeyleri yanlış yaptığınız için değil, o sırada o düşmanı yenecek kadar güçlü olmadığınızdan. Evet, daha ilk düşmandan bile güçsüz başlıyorsunuz oyuna. Aslında bu ölüm size iki mesaj vermek amaçlı gerçekleşiyor. Birincisi bu kolay bir oyun değil ve ölmekle bir probleminiz varsa oyunu derhal bir arkadaşınıza hediye edin. İkincisi ise öldüğünüzde Avcı’nın Rüyası isimli bölgeye gidiyor olmanız. Burada ne olduğu belirsiz, olmadık yerden fırlayan ve kendilerine Ulak ismini veren arkadaşlardan ilk silahlarınızı alıyorsunuz. Ayrıca karakterinizi geliştirmek gibi oyun içi eylemleri gerçekleştireceğiniz yer de yine burası olacak. Dikkat ederseniz silah demedik, çoğul konuştuk. Bunun sebebi Souls serisinde bir elde silah diğerinde kalkan ilerlerken Bloodborne’da ise sol elimizde uzun menzilli silah taşıyabiliyor olmamız. RAHATSIZ EDİCİ ATMOSFER Silahlarımızı aldıktan sonra başladığımız yere geri dönüyoruz ve bu kez o çirkin yaratığı haşat edebiliyoruz. Bu noktada oyunun ikinci mekaniği karşımıza çıkıyor. Kan Yankısı ismi verilen ve öldürdüğünüz düşmanlardan kazandığınız bir puan sistemi var. Bu puanları oyunda işinize yarayacak hemen her şeyi satın almak için kullanıyorsunuz. Ancak öldüğünüzde bu puanları öldüğünüz noktada bırakıyorsunuz ve doğduğunuz yerden gidip almanız gerekiyor. Bazen sizi öldüren düşman da bu Kan Yankısı’nı alabildiğinden geri kazanım için önce onu öldürmeniz gerekiyor. Kısacası, ilerlemek için elde edilen puanları kolayca kaybetmek de mümkün, çabalayıp geri kazanmak da. Oyunun mekaniklerini biraz özümseyip dışarı çıktığınızda ise kendinizi Viktoryan dönemi motifleriyle bezenmiş, gotik mimarinin inceliklerini taşıyan Yharnam’da buluyorsunuz. Yharnam, buram buram kan ve pislik kokan bir yer. Oyunun geçtiği dünya salgın bir hastalıkla kırılmakta ve Yharnam da bu hastalığın çaresinin bulunduğu yer olarak bilinmekte. Tedavi olmak için buraya gelen insanların hiçbirisi buradan kurtulamamış. Çünkü aslında Yharnam salgın hastalığın tam merkezi. Biz de tedavi amacıyla Yharnam’a yolu düşen avcılardan biriyiz ve hem bu şehirde hayatta kalmalı (sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi) hem de hastalığın arkasındaki gizemi aydınlatmalıyız. Bu nasıl bir hastalıktır bilinmez ancak şehrin tüm sakinleri kana susamış yaratıklara ve devasa canavarlara dönüşmüş. Bir iki vuruşta ölen şehir sakinlerinden, defalarca vursanız da gıkını çıkarmayan bosslara kadar değişkenlik gösteren bu yaratıklar, sadık yariniz olan kara toprağı özlemenize hiç fırsat vermiyor sağ olsunlar… YAŞAMAK SİZİN ELİNİZDE Yine de oyunun zorluğunun dengesizliğinden kaynaklandığını söyleyemeyiz. Her düşman, doğru yaklaşım ve yetenekle öldürülebilir durumda. Bloodborne sizden imkansızı başarmanızı istemiyor, defalarca ölerek en sonunda doğru yolu görmenizi amaçlıyor. Dövüş sistemi de buna göre tasarlanmış. Önceki Souls oyunlarında daha savunma ağırlıklı bir mekanik kullanılırken, Bloodborne ile daha agresif olunması istenmiş. Bu oyunda hayatta kalmak istiyorsanız kaçmayı değil saldırmayı düşünmelisiniz. Bir darbe aldığınızda enerjinizin bir bölümü giderken, eğer çok kısa sürede size zarar veren düşmana karşılık verebilirseniz bu enerjinin bir kısmını geri kazanabiliyorsunuz. Bu, Bloodborne gibi bir oyunda her şey demek. Oyunun yapımcısı Hidetaka Miyazaki konuyla ilgili olarak diyor ki; “Bloodborne’daki düşmanlar güçlü ve acımasız. Eğer karşılık vermek için pasif davranırsanız onlar tarafından yenerek öldürülürsünüz.” İşte bu daha atak oynama hali oyunu Souls serisinden ayıran en önemli kıstaslardan. Çok daha hızlı, çok daha aksiyonu bol ve çok daha kanlı bir oyun haline gelmiş böylelikle. Tabii bu sistem üzerinde ustalaşmak uzun zaman gerektirdiğinden ölmek de çok daha kolay oluyor bir yerde. PARMAKLAR ÇALIŞSIN Ustalaşmanız gereken sistem ise silah kullanımı ve kaçınma. Bloodborne’da hile silahları denilen silahlar bulunuyor ve her bir silahın iki farklı kullanım şekli var. İlk hali ile “genellikle” daha seri vuruşlar yaparken, L1 tuşu ile geçiş yapılan ikinci halinde çok daha geniş çaplı ve ölümcül bir seviyeye çıkıyorlar. Normalde sol elimizde uzun menzilli silahlar taşıyoruz ve bu silahlar düşmanı afallatmak amacıyla kullanılıyor. Doğru zamanda sıkılan bir mermi yaratığı birkaç saniye durdurunca sağ elinizdeki silahınızla ölümcül vuruşu gerçekleştirebiliyorsunuz. Ancak L1 tuşu ile ikinci haline geçiş yapan bazı silahlar iki el kullanımı gerektiriyor ve bu durumlarda afallatma seçeneğini bertaraf etmek zorunda kalıyorsunuz. Kısacası, bir dövüş anında bu seçeneklerin tamamını değerlendirmeli ve en doğru şekilde saldırmalısınız. Hemen hemen her yaratığın farklı bir yapısı bulunduğundan ezbere ilerlemeniz mümkün olmuyor, öle öle ne yapmanız gerektiğini öğreniyorsunuz. Ayrıca kaçınma hareketi de hayatta kalmanızda kritik bir rol üstleniyor. Sağa sola yuvarlanmanın yanında kilitlendiğiniz düşmana hızlı adımlarla yaklaşma ve uzaklaşma şansınız var ki doğru kullanıldığında dokunulmaz hale gelebiliyorsunuz. ÖLÜMDEN KORKSAK… Bloodborne, yapmak istediği hemen her şeyi mükemmel yapan bir oyun. Normal bir oyunda bu kadar sık ölmek sizi rahatlıkla oyundan soğutabilecekken, Bloodborne’un yapısı sayesinde yeniden başlamak adına daima bir istek uyanıyor içinizde. Tek bir sorun var, o da yükleme süreleri. Getirilen ilk gün yaması ile aşağı çekilen bu süreler hala çok ciddi uzunlukta. Bu kadar sık öldüğünüz bir oyunda o yükleme ekranına bakarak beklemek delirtebiliyor. Beklemekle bir probleminiz yoksa, Bloodborne zoru seven her oyuncunun mutlaka oynaması gereken bir oyun. DETAYLAR Oyundaki silahların tasarımları da Viktoryan dönemini yansıtan çizgilere sahip. Bu kadar karizmatik göründüğüne bakmayın siz yine de, vuruyor ama acıtmıyor. Şehrin tasarımı konusunda enfes bir iş çıkarmış yapımcı firma. Sadece mimari anlamda değil, harita kullanımı olarak da alanı en iyi kullanan oyunlardan Bloodborne. Normal kapışmalarda bile sık sık ölürken bosslarda çektiğimiz acıları tahmin edebiliyorsunuzdur. Bu karakterin görüntüsü bile durumu özetliyor sanki… Her şeyin düşman olduğu Yharnam’da bize yardım eden sadece bu ufaklıklar oluyor. Hayır o kadar tipsizler ki “sizden gelecek yardıma lanet olsun” diyesimiz geliyor. PUANLAMA