From Software’in oyunlarını oynuyorsunuz ve çıldırıyorsunuz. Bu zorluk ve insafsızlık nasıl bir insanlığın ürünü olabilir diye merak ediyorsunuz. Ancak onlar her seferinde daha da vicdansızca saldırıyor. Bloodborne’un çıktığı ay Dark Souls II’yi güncelleyip yayınlamaları da bu yüzden... From Software’in nasıl bir firma olduğunu daha bir ay önce Bloodborne incelemesinde anlatmıştık. Souls serisinden edindikleri tecrübelerle birlikte attıkları yeni adımda nasıl başarılı olduklarından dem vurmuştuk. Ancak şimdi karşımıza yine bir Souls oyunu çıkageldi. Hal böyle olunca ister istemez geriye gitmek durumunda kalıyoruz. Scholar of the First Sin, orijinal Dark Souls II’nin hem teknolojik hem de içerik anlamında zenginleştirilmiş hali. Özünde hala aynı oyun olsa da, önemli değişikliklerle daha rafine edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak tıpkı diğer tüm yeniden yapımlarda olduğu gibi Scholar of the First Sin için de oyuna ilk kez bu versiyonla başlama ihtimali olanları düşünüp her şeye değinmeye çalışacağız. Dark Souls II neydi, önceki halinden ne fazlası vardı ve Bloodborne’a nasıl kapılar açtı bizi ilgilendirenler bunlar olacak. SERİNİN EN VASATI Souls serisi ilk olarak Demon’s Souls ile başladı ve ardından da Dark Souls I-II ile devam etti. Bu üç oyunu öne çıktıkları özelliklerle değerlendirmemiz gerekirse; Demon’s Souls’un serinin en iyi atmosferine, Dark Souls’un serinin en iyi mekanik ve bölüm tasarımlarına, Dark Souls II’nin ise bu ikisinin bir karışımına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar son derece iyi bir oyun olduğunu kabul etmemiz gerekse de, serinin en kötü oyunuydu. Bölüm tasarımları kendisinden önce gelen oyundan çok daha başarısız hazırlanmıştı ve modellemeler ciddi ölçüde rahatsızlık veriyordu. En kötüsü de ilk gösterilen haline göre görsel olarak büyük oranda seviyesi düşürülmüş olarak piyasaya çıkmasıydı. Tüm bunlar, Demon’s ve Dark Souls oyunları sonrası ister istemez, ufak da olsa, bir hayal kırıklığı ve burun kıvırma yaşanmasına sebep olmuştu. Fakat tabii ki bu durum mazoşist Souls oyuncularını yıldırmadı. Sonuçta ortada hala güzel bir serüven ve sonuna kadar yeteneklerini zorlayan bir oyun vardı. Dark Souls II, serinin diğer parçalarının aksine oyuncuyu direkt cehenneme atıp, çekirdek çitleyerek yanmalarını seyretmiyor. Aksine daha dengeli ve oyunda ilerledikçe yükselen bir zorluk eğrisi var. Dark Souls ile hiç bağdaşmayan “Aaa kolaymış yahu!” tepkisiyle yapılan bir başlangıç sonrası oyunun ortalarına doğru alıştığımız noktaya gelirken, sonlarına doğru ise beyaz bayrak sallar hale geliyoruz. EL PENÇE DİVAN Oyunun genel ortalaması Dark Souls I ile aynı kabul edilse de, çok daha zor olduğu yerler barındırıyor. Bunda en büyük etmen tabii ki serinin ikonlaşmış bosslarından ileri geliyor. Lakin tek sebep bu değil. Dark Souls II, önceki oyuna göre mekaniklerinde ufak değişikliklere giderek oyuncuyu daha çaresiz hissettirme sanatını kullanıyor ki asıl acımasızca olan da bu. Örneğin ilk Dark Souls’da içtiğinizde enerjinizi artıran Estus Flask’tan 15 kez faydalanabiliyordunuz. İkinci oyun bu sayıyı yarıya indiriyor ve aradaki farkı Lifegem’lerle kapatıyor. Lifegem, kullandığınızda çok yavaş bir şekilde enerjinizi dolduran bir eşya. Ancak o kadar yavaş dolduruyor ki işlevselliğini sorgulamadan yapamıyorsunuz. Estus Flask bu konuda hala mantıklı olan çözüm ve sayısının yarıya indirilmiş olması çok büyük bir dezavantaj. Estus Flask dışındaki diğer tüm eşyalar için de bu kısıtlama hali devam ediyor. Hayır zaten karşınızda çok acımasız düşmanlar var, bir de onlara karşı elinizin ayağınızın bağlandığını hissetmeniz durumu iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor. Oyunun en kritik mekaniği olan ölmek bile burada çok daha acımasız. Öldükten sonra sahip olduğunuz can limiti düşüyor ki bunun ne anlama geldiğini tahmin ediyorsunuzdur. Öldüğünüz her an bir sonraki ölüme daha çok yaklaşmanız demek ve bol bol öleceğinizden hiç endişeniz olmasın. Çünkü Dark Souls II’nin düşmanları sadece daha güçlü değil, hem daha akıllı hem de daha hızlı hareket ediyor. BU DA YETERLİ OLMAMIŞ İkinci oyun Drangleic isimli bir bölgede geçiyor. Bu bölge, “ölememişlerin laneti” olarak nitelendirilen sıkıntıya çözüm bulunabileceği düşünülen bir yer. Evet, Bloodborne’un hikayesi ile benzerlik gösterdiği yadsınamaz. Ancak Drangleic’in, Victoria dönemi esintileri taşıyan ağabeyinin aksine ilk oyunun geçtiği bölge olan Lordran’ı daha çok anımsatan bir hali var. Tabii sadece anımsattığını belirtmekte fayda var çünkü çok ciddi farklılıklar barındırıyorlar. Bir kere Drangleic, Lordran’a göre çok daha fazla “yaşayan” bir yer. Burada kurtarılmayı bekleyen ve huzuru arayan daha çok masum birey var. Bu da özellikle yerleşim bölgelerinde daha fazla yüzle karşılaşılması anlamına geliyor. İkinci olarak Drangleic’in daha çok güneş ışığı aldığı bölgeleri bulunuyor. Karanlığın ve sisin hüküm sürdüğü bu seride güneş ışığı yüreği hafifleten en nadide hediye belki de. Tüm bunların yanında, “genel olarak” güzel hazırlanmış bir dünya burası. Ruhu ve atmosferi oldukça güzel ama görünüşü pek öyle değil. Hele ilk çıkmış hali detaylardan o kadar nasibini almamıştı ki, gözleri rahatsız eden bir yapısı vardı. Scholar of the First Sin, bu detaysızlığı bir nebze olsun azaltarak göze daha hoş görünen bir Drangleic sunuyor ancak hala başarılı olduğunu iddia etmek yanlış olacaktır. BLOODBORNE YARAMIŞ ANLAŞILAN PS4 ve Xbox One için hazırlanan bu sürüm, 60 fps ve daha akıcı animasyonlarla birlikte geliyor. Ancak kaplamalarda ve detaylarda bir düzenlemeye gidildiğini gözlemlemedik. Bazı bölgelerin çok daha iyi göründüğünü rahatlıkla söyleyebilsek de, hala çok eski ve kalitesiz görünen alanlar da varlığını sürdürüyor. Scholar of the First Sin ile birlikte oyuna yeni bir boss bizzat sürüme verilen isme sahip, yeni eşyalar ve silahlar ekleniyor. Daha da önemlisi, mevcut sürümde yer alan düşmanların konumlarında düzenlemelere gidilirken, bölüm tasarımları da elden geçirilerek ulaşım daha makul bir hale getirilmiş. Bu noktada Dark Souls II’nin biraz sorunlarından arındırılmış olduğunu görmek bizler için sevindirici oldu. Özellikle Bloodborne’u gördükten sonra Souls II’nin haritasına katlanmak mümkün olmayabilirdi çünkü. Bildiğiniz üzere ana oyun için 3 farklı indirilebilir içerik çıkmıştı. Crown of the Sunken King, Crown of the Old Iron King ve Crown of the Ivory King içeriklerinin hepsi bu sürüme eklenmiş durumda. Ama elinizi kolunuzu sallaya sallaya gidebileceğinizi düşünmeyin, giriş anahtarları oyunun içinde gizli ve bulmadan hiçbir yere giremezsiniz. ÖLMENİN MÜPTELASI OLDUYSAK DEMEK Online özellikleri olarak da sorunlarda törpülemeye gidilmiş. PvP karşılaşmalarda yaşanan seviye dengesizliğinin önüne geçilerek daha makul bir eşleştirme yakalanmış. Ayrıca online kapışmalar için maksimum oyuncu sayısı da dörtten altıya yükseltilmiş. Kısacası, Scholar of the First Sin zaten iyi olan ancak sorunları bulunan bir oyunun daha az sorunlu bir versiyonu olarak yeni nesil konsollarda yerini aldı. Oynamışsanız yeniden başlamanız için pek bir sebep yok ancak eğer oynamadıysanız, Bloodborne sonrası biraz nefes alıp hemen buraya atlayabilirsiniz. DETAYLAR Oyuna ismini veren Scholar of the First Sin, yani nam-ı diğer Aldia işte bu. Öldürmeyi başarabilirseniz ana oyundan farklı bir sona da sahip olabilirsiniz. Oyunda bol bol takılacak, ben bunu nasıl geçeceğim yahu diye düşüneceksiniz. İstediğiniz zaman başka oyuncuların o durumda neler yaptığını izleme imkanınız var. İnsan şu ekran görüntüsüne baktığında sanki dağ bayır dolaşıp yabanmersini toplayacağını falan düşünüyor. Dark Souls değil de Skyrim desen kimse yalan söylüyorsun demez. Oyunun grafiklerindeki değişimi görmek için bu görsele bakabiliriz. Ancak oyunun her noktasında bu denli farklılık olduğunu biz görmedik açıkçası. PUANLAMA