Yüzeyde süzülmekte olan savaş belki de yüzlerce kez işlendi bugüne dek. Dark Souls’un özünde yatan karanlıkla aydınlığın mücadelesiydi. Lakin nasıl da fantastik, nasıl da destansı bir konuyu ele almaktı o öyle? Hikayeye dair ufacık bilgi kırıntılarına ulaşabilmek ümidiyle topladığımız her eşyanın açıklamasını okuyarak, diyalogların alt metinlerini kurcalayarak yapbozun oluşturmaya çalıştığı resmi görmek adına nasıl da mücadele verdik. Oysaki hikayeyi bir dış ses aracılığı ile aktarsa, etrafa dağılmış günlüklerden okutsa olmaz mıydı? Olmazdı. İşte o zaman bu oyun asla Dark Souls olmazdı.
Neyi neden yaptığını hiçbir şekilde anlamadan dahi, yalnızca oynanış mekanikleriyle zevk verebilirken, aynı zamanda hikayeye hakim olduğunda çok daha eşsiz bir lezzet sunabilen başka bir oyun yok.
Siz yine de Dark Souls’un öyküsüne kendinizi kaptırmayı bir deneyin. Belki bugüne dek yalnızca ölmemeye çalışarak hunharca düşman katledip, boss savaşlarında aşka gelerek kendinizden geçtiniz. Lakin eğer imkanınız varsa, açın Dark Souls I’i ve tekrar oynayın. Bu kez neyi neden yaptığınızı anlamaya çalışarak, olabilecek tüm açıklamaları okuyarak, karşınıza çıkan tüm karakterlerin motivasyonunu çözümleyerek deneyimleyin. Bir kere zaten böylelikle çok keyifli bir yolculuk yaşamış olacaksınız. Ancak dahası, bu sayede Dark Souls III’ten alacağınız keyfi inanılmaz bir seviyeye çekmiş olacaksınız. Peki ya Dark Souls II? Onu da oynayın elbette lakin ikinci oyunun bu oyuna yönelik direkt bir tesiri bulunmadığını söyleyebiliriz.