Yıllara yayılmış ve başarıdan başarıya koşmuş bir külliyatın son oyununu oynadığını bilmek her zaman üzücü olmuştur. Daha önce çok defa “son” denmesine rağmen devam etmiş iş görsek de, Dark Souls III gerçekten de serinin finali gibi görünüyor. İtina ile bıraktığı boşlukları doldurarak bunu çok da iyi yapıyor üstelik. Dark Souls serisinin yalnızca zorluğu ile anılması bize çok üzücü gelmiştir. Elbette bunun çok yersiz olduğunu söylemiyoruz. Hemen hemen hiçbir oyuncunun aşina olmadığı kadar zor bir oyun olması, Mega Man ile yetişmiş insanlara dahi sinir krizleri geçirtmeyi başarabilmesiyle istisnai bir tarafı var serinin. Her oyun sonrası insanların kimin daha az öldüğünü yarıştırması bile durumu fazlasıyla ortaya koyar nitelikte. Dark Souls ölümü yalnızca bir cezalandırma yöntemi olmaktan çıkarıp, oyun dinamiği haline getirmesi ve hikayesinin içine de bunu son derece akılcı bir şekilde yedirmesiyle dikkat çekiyor. Ancak burada “zor” olmaktan çok daha fazlası var. Kör göze parmak bir şekilde sunulmuyor olması, Dark Souls serisinin oldukça derin bir hikayeye sahip olmadığı anlamına gelmiyor. Oyundaki hemen her şey gibi, senaryoya hakim olabilmek için de emek ve zaman ayırmanız gerekiyor sadece. Bunu yaptığınızda da bitmesini asla istemeyeceğiniz bir hikayenin parçası olduğunuzu daha iyi anlıyorsunuz. GÖREBİLENE MASALLAR Yüzeyde süzülmekte olan savaş belki de yüzlerce kez işlendi bugüne dek. Dark Souls’un özünde yatan karanlıkla aydınlığın mücadelesiydi. Lakin nasıl da fantastik, nasıl da destansı bir konuyu ele almaktı o öyle? Hikayeye dair ufacık bilgi kırıntılarına ulaşabilmek ümidiyle topladığımız her eşyanın açıklamasını okuyarak, diyalogların alt metinlerini kurcalayarak yapbozun oluşturmaya çalıştığı resmi görmek adına nasıl da mücadele verdik. Oysaki hikayeyi bir dış ses aracılığı ile aktarsa, etrafa dağılmış günlüklerden okutsa olmaz mıydı? Olmazdı. İşte o zaman bu oyun asla Dark Souls olmazdı. Neyi neden yaptığını hiçbir şekilde anlamadan dahi, yalnızca oynanış mekanikleriyle zevk verebilirken, aynı zamanda hikayeye hakim olduğunda çok daha eşsiz bir lezzet sunabilen başka bir oyun yok. Siz yine de Dark Souls’un öyküsüne kendinizi kaptırmayı bir deneyin. Belki bugüne dek yalnızca ölmemeye çalışarak hunharca düşman katledip, boss savaşlarında aşka gelerek kendinizden geçtiniz. Lakin eğer imkanınız varsa, açın Dark Souls I’i ve tekrar oynayın. Bu kez neyi neden yaptığınızı anlamaya çalışarak, olabilecek tüm açıklamaları okuyarak, karşınıza çıkan tüm karakterlerin motivasyonunu çözümleyerek deneyimleyin. Bir kere zaten böylelikle çok keyifli bir yolculuk yaşamış olacaksınız. Ancak dahası, bu sayede Dark Souls III’ten alacağınız keyfi inanılmaz bir seviyeye çekmiş olacaksınız. Peki ya Dark Souls II? Onu da oynayın elbette lakin ikinci oyunun bu oyuna yönelik direkt bir tesiri bulunmadığını söyleyebiliriz. BİRAZ ONDAN BİRAZ BUNDAN Bildiğiniz üzere FromSoftware’in dahi ismi Hidetaka Miyazaki, ilk iki oyun sonrası (Demon’s Souls ve Dark Souls) Bloodborne’un başına geçmiş ve Dark Souls II’yi başka bir ekibe devretmişti. DS II’nin seri içindeki en farklı oyun olması da biraz bundan. Ancak üçüncü oyunla birlikte geri gelen Miyazaki’nin kafasındaki kurguladığı öyküyü bitirmek istediği çok bariz. O nedenle öyküsel anlamda ilk oyuna çok fazla referans var. Oynanış olarak ise Dark Souls III’ün biraz kırma özellikli olduğunu söyleyebiliriz. Serinin diğer oyunlarından olduğu kadar, Bloodborne’dan da etkilenmiş yanları var. DS III, Dark Souls külliyatı içindeki en hızlı oynanışa sahip oyun. Ancak aklınıza Bloodborne kadar hızlı bir mekanik de gelmesin, DS II ile Bloodborne arasında bir boşluğa denk geliyor daha ziyade. Bu da daha atik saldırılar gerçekleştirebileceğiniz, daha kıvrak bir edayla düşmanlarınızdan sıyrılabileceğiniz anlamına geliyor. Peki bu oyunu kolaylaştırmış mı? Elbette hayır. Çünkü düşmanlarınız da sizin gibi hızlanmış durumda ve çoğu zaman çok daha kalabalık gruplar halinde karşınıza çıkıyorlar. ZORLUĞU BİTTİ, STRATEJİSİ BAŞLADI Dark Souls zaten yaratık çeşitliliği ile nam salmış bir seri. Boss karakterlerin inanılmaz tasarımlara sahip olması bir yana, ortalıkta dolaşan avare gariban ruhlar bile çeşitlilikte sınır tanımıyor. Mantığa uygun şekilde (aksi durumlar da mutlak suretle karşımıza çıkıyor) büyük düşmanlar daha yavaş ama güçlü saldırırken, küçük olanlarsa zayıf ama seri ataklarla karşımıza dikiliyor. İşte Dark Souls III, oyun deneyimini biraz daha zorlaştırmak adına bazı noktalarda bu düşman tiplerini kokteyl kuruyemiş tadında karıştırıyor. Bu da çok daha planlı ve taktiksel hareket etmeniz gerektiği anlamına geliyor. Zaten DS III’ün taktiksel yapıya serinin diğer oyunlarından daha fazla önem verdiği aşikar. Örneğin bu oyunla birlikte mana barı seriye dahil oluyor. Focus point harcayan bu bar, hem büyülerin hem de silahların özel saldırıları için kullanılıyor. Ekstradan bir barın daha olması demek, canımız ciğerimiz Estus Flasklerin kullanımında farklılığa gidilmiş olması demek. Artık sahip olduğumuz flaskleri Firelink Shrine’da oynayış stilimize göre sağlık ve mana arasında bölüştürmemiz gerekiyor. Büyüye fazla önem vermiyorsanız komple sağlığa abanabilir, Pyromancer gibi bir karakter tercih ettiyseniz de ikisi arasında dengeli bir paylaşımı gözetebilirsiniz. Bu taktiksel yaklaşım, oyundaki başarınızı direkt olarak etkileyecektir. FANATİKLİĞİN CEZALANDIRILMASI Dark Souls III, ilk oyunların başarılı olduğu hemen her şeyi aynen koruyor. Bu nedenle de tabii ki başarılı bir yapım. Ancak tökezlediği yerler de yok değil. En önemli sorun; oyun kendi yapısını korurken oyuncuların giderek kaşarlanmış olması. İlk kez bir Souls oyunun başına oturanlar hariç, artık herkes ne ile karşılaşacağının çok net bilincinde. O şok dalgası, panik ve korku eskisi kadar dolaşmıyor damarlarımızda. Çünkü artık düşmanların “tahmin edilemez” hareket şematikleri dahi oyuncular için bilinen bir gerçek. Eğer daha önce bir Souls oyunu oynadıysanız, bu kez eskisine göre çok daha az öldüğünüzü göreceksiniz. Üstelik bu durum bosslar için de geçerli. Maalesef (böyle bir şeye maalesef dediğimiz tek oyun da bu olsa gerek) bir kez dahi ölmeden üstesinden geldiğimiz bosslar oldu ki bu Dark Souls serisi için çok ciddi bir kayıp. Zaten tasarımsal anlamda da, birkaç istisna hariç biraz hayal kırıklığı yaşadığımızı belirtmemiz gerekiyor. Belki de biz beklentilerimizi artık çok yukarılara çektik bu seri için, o da mümkün… ELVEDA VİCDANSIZ OYUN Atmosferi oluşturan tüm unsurlarda herhangi bir beklenti/sonuç uyuşmazlığı söz konusu değil. Harita tasarımları mükemmel, doğru zamanda doğru yerde giren müzikler şahane, grafikler de alıp götürür cinsten. Kendinizi kaptırdığınızda yine hayattan soyutlanmanızı sağlayan o özel atmosferi yaratmayı başarmışlar. Dark Souls III, ustalıkla işlediği hikayeye eşsiz bir nokta koyuyor. Eğer anlatılmak istenene aşina iseniz, alacağınız keyiften şüphe duymanıza gerek yok. Ustalığınızın oyun deneyiminize vuracağı darbeleri biraz görmezden gelmeniz gerekiyor sadece, o kadar… DETAYLAR Dark Souls III, ilk oyundan aşina olduğunuz mekanlara göndermelerde bulunuyor (hatta daha fazlası). Dikkatli oyuncular bu çanı ve hikayesini hatırlayacaktır. Evet farkındayız ön tarafta bir şeyler oluyor, muhtemelen çok da önemli şeyler konuşuyorlardır. Ama kardeşim, o ne güzel bir arka plan tasarımıdır öyle ya? Dark Souls serisinin yaratık tasarımları her zaman orijinal ve enteresan olmuştur. Bu görselde de bir adet boss bulunmakta, bilin bakalım neyden ne çıkacak. Sadece yaratık çeşitliliği ile değil, bölüm tasarımları ile de piyasaya ders veren bir firma FromSoftware. Rakiplerinin oturup, harita nasıl tasarlanır diye feyiz almaları gerekiyor. PUANLAMA