Oyun dünyasında her şey giderek daha da kolaylaşmaya başladı. Bunun son derece geçerli sebepleri var elbette. Oyun üretimindeki maliyet artışları, oyun firmalarını daha fazla oyuncu çekmek için çözümler üretmeye zorladı. Bunun yansımasıysa oyunların kolaylaşması olarak dikkati çekti. Size ne yapacağınızı söylemeyen, her şeyi bizzat keşfettiğiniz, en güçsüz görünen düşmanların bile yenilmek bilmediği oyunların yerini kendi kendine iyileşen karakterler, oyuncuları yönlendiren oyun haritaları aldı. Sanki artık hepimiz birer oyun sonu canavarı gibi olduk. Fakat 2009 yılında çıkan Demon’s Souls tüm bu oyunların arasında bir anda zorluğuyla ve oyuncunun zekasına saygı duyan yapısıyla dikkat çekti. Şimdi sırada oyunun devamı sayılabilecek
Dark Souls var…
CİDDİ BİR DENEYİM
Önceden belirtelim, Dark Souls her hattıyla muhteşem bir oyun ancak bu oyunu herkese tavsiye etmemiz mümkün değil. Çünkü bu oyun inanılmaz zor ve en ufak hatanızı bile affetmiyor. Peki, nasıl olur da akıl almaz bir zorluk seviyesine sahip bir oyun bu denli güzel olabilir. Bunun iki sebebi var: Birincisi oyunun savaş mekaniklerinin harika çalışıyor olması, ikincisi ne kadar zorlansanız da oyuna emek verdiğiniz zaman karşılığını alabiliyor olmanız. Dark Souls gerçekten emek, sabır ve dayanıklılık gerektiren bir oyun. Eğer oyun sizi, sizin elinizde olmayan nedenlerden dolayı (yapay zeka saçmalıkları gibi, kötü çatışma mekanikleri gibi) zorlasaydı bunu net bir şekilde anlatırdık fakat Dark Souls, tamamen oyuncuların seçimlerine göre gidişatını açık eden kendine has bir yapım. Oyun sizi devasa bir haritanın ortasına ne yapacağınızı bilemez halde bırakıveriyor. Elbette önce bir karakter yaratıyor ve sınıfınızı seçiyorsunuz. Bundan sonrasıysa tamamen sizin stratejik hamlelerinize, seçimlerinize ve oyunu ne kadar sabırla oynadığınıza bakıyor. Oyunun haritasını, tek bir büyük haritaya bağlanan farklı farklı haritalar oluşturuyor. Her bir harita farklı bir gerçeklik gibi görselliğe dökülmüş. Tüm gerçekliklerin teması, düşmanları ve özellikle bossları birbirinden farklı. Öncelikle şunu belirtelim ki oyunun başından itibaren parkta yürür gibi gezinemiyorsunuz. Tırsa tırsa, kenardan kenardan, “acaba karşıma kim çıkacak” korkusuyla hareket ediyorsunuz. Son zamanlardaki oyunlarda önünüze geleni kesebiliyorsunuz ancak Dark Souls her bir savaştan önce ayrı ayrı özen göstermenizi gerektiren bir oyun. Peki, nasıl? En zayıf görünen düşmanın bile canınızı çıkarabileceği bir oyundan bahsediyoruz. Bu nedenle inanılmaz dikkatli olmak zorundasınız. Her an tetikte olmalı ve özellikle envanterinizdeki eşyalara çok dikkat etmelisiniz çünkü tek bir düşmanı yenmek için bazen aynı silah setiyle saldırmak yeterli olmayabiliyor. Aynı dövüş sırasında farklı silahlar, farklı stratejiler denemeniz gerekebiliyor. Önce gürz ile saldırıp ardından kılıçla bitirmeniz gereken savaşlar yaşayacaksınız bu oyunda. Bu nedenle, dümdüz yürüyüp önünüze çıkanı kesmeyi kesinlikle unutun. Öldüğünüz zamansa topladığınız ruhların bir kısmını kaybediyorsunuz. Açıkçası bu oyunda ölmeyi oyunun sizi cezalandırması olarak algılamamak lazım. Ölmek bu oyunun bir parçası, öldükten sonra karakterinizin düştüğü yerde kaybettiğiniz ruhlar sizi bekliyor olacak. Fakat o ruhları tamamen kaybettiğinizde oyunu oynamayı da unutabilirsiniz çünkü ancak topladığınız ruhlarla seviye atlayabilir ve daha güçlü bir karaktere kavuşabilirsiniz. Aksi takdirde bu vahşi ortamda hayatta kalmayı unutabilirsiniz. Dikkatli olmalı, düşmanlarınızı özenle ele almalı, topladığınız ruhları kesinlikle kaybetmemeli ve sürekli karakterinizi geliştirmelisiniz. (Söylemek ne kadar kolay…)
ZORLANMAK?
Dark Souls’un bu kadar zor olmasının bir diğer sebebi de karşınıza ne çıkacağını asla bilememeniz. Daha önce bir oyunda görmediğiniz bir düşman çeşitliliği var bu oyunda. Karşınıza daha önce kestiğiniz bir düşman çeşidi çıksa bile asla emin olamıyorsunuz çünkü sizi farklı yöntemlerle öldürmeyi deneyebiliyor. Bu, oyunun heyecanını ve tansiyonunu müthiş artıran bir şey: Tahmin edilmezlik. Sonuçta hepimiz bir oyun oynarken, bir strateji belirler ve ona göre oynamaya çalışırız. Fakat Dark Souls’ta bunu yapabilmek mümkün değil. Neredeyse karşınıza çıkan her düşman için farklı taktikler geliştirmeniz gerekiyor. Oyunun atmosferi gerçekten çok güçlü ama oyuncunun kalbine asıl korkuyu salan, bir sonraki adımda başına neler geleceğini asla tahmin edememesi. Bu oyun kahramanlık yapmak için kesinlikle doğru yer değil. Aksine köşelere sinen bir köpek gibi korkuyla hareket etmek zorundasınız. Savaşlarınızın pek çoğu da epik değil, can havliyle gerçekleşecek.
ACI ÇEKMEK?
Oyunun atmosferini tasvir etmek için kelimeler yeterli gelmeyebilir, yaşamak lazım. Cidden son zamanlarda gördüğümüz en yoğun atmosfer bu oyundaydı. Her bir gerçeklik kendi içinde temalara bölünmüş ve apayrı sürprizlere gebe. Farkındaysanız oyunun hikayesi hakkında tek bir kelime etmedik. Oyun sizi ne yapacağınızı bilemez halde devasa bir dünyanın içine bırakıveriyor ve sonrasında oyunun tüm gizemlerini siz açığa çıkarıyorsunuz. Nereden gelip nereye gittiğiniz konusunda oyun ketum davranıyor ama bir o kadar da sizi ödüllendirmeyi biliyor. İlkin kendinizi epeyce amaçsız hissedebilirsiniz ancak oyunun size yaşatmaya çalıştığı his
tam olarak bu. Bilin ki bu garip ve asla içinden çıkmak istemeyeceğiniz dünyada her şeyin anlamlı bir sebebi var.
PARALEL EVRENLER
Oyunu oynarken ara sıra bazı gölgelere ya da kan izlerine rastlayacaksınız. Tam burada oyunun muazzam düşünülmüş bir özelliğinden bahsetmek gerek. Oyunu oynarken internete bağlıysanız diğer oyuncuların neler yaptığını ve özellikle nasıl öldüklerini görebiliyorsunuz. Şayet etrafta gezerken bir kan lekesine rastlarsanız gidip o sırada oracıkta ölmüş bir kahramanın son anlarını görebiliyorsunuz ve bu özellik atmosferi güçlendirdiği gibi, taktik belirlemenizde de müthiş faydalı oluyor. Kısacası Dark Souls gerçekten eski zor oyunları özleyen rol yapma fanatikleri için rüya (belki de kabus) gibi bir oyun. Zorlanacak, çok yenilecek ama bilin ki karşılığını alacaksınız. Eğer vaktiniz ve sabrınız varsa hayatınızın oyun deneyimlerinden birini yaşamış olacaksınız.