Duyurulduğu 2016 yılından bugüne bolca tanıtımı yapılan ve beklentileri yükselten Days Gone sonunda bizlerle birlikte. Her oyuna at kullanımının serpiştirildiği bir dönemde benzer bir yaklaşımı motosiklet ile gerçekleştiriyor Days Gone. Ancak aynı havayı yakalayabildiği pek söylenemez.. Sony PlayStation için nisan – mayıs dönemi oldukça önemlidir. Pek çok firma en güçlü yapımlarını yıl sonuna saklarken, Sony farklı bir yol izleyerek bahar döneminde sıkar kurşunlarını. 2016 yılında Uncharted 4, 2018 yılında da God of War hep bu dönemde çıkan eserler oldu. 2017 Şubat sonunda çıkan Horizon Zero Dawn’ı da zorlasak bu kategoriye dahil edebiliriz. Bu nedenle Sony’nin Days Gone için belirlemiş olduğu çıkış tarihinden, oyuna yönelik beklentilerini anlamak çok da zor değil. Bu yılın en çok ses getirecek, yıl bittiğinde ödül törenlerinde parsayı toplayacak işi olacağını ön gördüler muhtemelen. Ancak üzülerek söylemeliyiz ki; Days Gone geçtiğimiz üç yılın eserleriyle kıyas kabul etmeyecek derecede başarısız bir yapım olmuş. Yalnızca beklentilerin altında kalan bir iş olarak nitelendirmek de mümkün değil. Days Gone 2019 yılına yakışmayan, kalitesiz ve derinliksiz bir oyun ne yazık ki… BİR TUTAM DARYL DIXON Days Gone’ın kendisine ilham kaynağı olarak The Walking Dead’i seçtiğini 1 kilometre uzaklıktan dahi bakarak anlamak mümkün. Özellikle Daryl Dixon karakterinin bu zombi istilasına uğramış post-apokaliptik dünyadaki karizmatik havasından oldukça etkilenmiş yapımcılar. Ana karakterimiz olan Deacon’ın neredeyse çocuğuymuş gibi üzerine titrediği motosikletinden ve sırtında taşıdığı arbaletinden buram buram Dixon kokusu geliyor. Ki aslında bu kötü bir şey de değil. Telltale dışında hiçbir firmanın başarılı bir The Walking Dead adaptasyonu icra edememiş olması ve Daryl olarak özgürce zombi avlama fikri yeterince cezbedici. Ancak bu sistemin işlemesi için öncelikle ortaya kaliteli bir iş çıkarmak ve The Walking Dead’in en iyi yaptığı şeyi doğru anlamak gerekiyor. Days Gone’ın dünyasında vakit geçirdiğiniz zaman yapımcıların şu yapılara sırtını yasladıklarını görüyorsunuz; motorla özgürce gezebileceğiniz post-apokaliptik bir dünya, bu dünyada fraksiyonlara ayrılmış insan grupları, saldırdığında etkileyici olacağı kuşkusuz zombi sürüleri ve erzak toplamak için girilen sayısız tehlikeli mekan. Bu yapıların üzerine bir oyun inşa etmeyi planlamış yapımcılar. Ancak esinlendikleri eserin çok önemli bir parçasını es geçmişler; insan ilişkileri. The Walking Dead serisi dışarıdan bakıldığında zombilerden kurtulmaya çalışan insanların macerası gibi gözükse de, orada bu kana susamış yaratıklar hiçbir zaman tehlikenin ana öznesi olmamıştır. The Walking Dead, böylesi kokuşmuş bir dünyada insanların yaşadığı dönüşümlere, birbirleriyle olan ilişkilerine, her şey bittiğinde dahi devam eden hırs ve ihtiraslarına odaklanır. Days Gone ise işin bu kısmını tamamen görmezden geliyor. Kötü diyalog yazımı ve yüzeysel karakterler sayesinde insanlarla kurduğumuz ilişkilerin hiçbir kıymeti bulunmuyor. Günün sonunda zombilere karşı hayatta kalmaya çalışan bir adamdan öteye gidemiyoruz. GETİR GÖTÜR İŞLERİ Deacon, yakın arkadaşı Boozer ile izole bir hayat yaşamaya gayret gösteriyor. Hayatta kalmak ve temel ihtiyaçlarını gidermek için de çevredeki insan kamplarıyla çalışarak getir götür işleri yapıyor. Bu işler Deacon’ın bu hayattaki konumunu tanımlasaydı sadece bir sorun olmazdı ancak aynı zamanda oyun boyunca yapacağınız şeylerin büyük çoğunluğuna da karşılık geliyor. Söz konusu kamplar içinde motor parçaları, yeni silahlar ve geliştirmeler barındırıyor. Daha iyi ve güçlü parçalara erişebilmek için hem para, hem de ilgili kampın güvenini kazanmanız gerekiyor. Güven düzeyi arttıkça daha ileri seviye parçalara erişebilir hale geliyorsunuz. Bu da her bir kamp için, ayrı ayrı birbirinin aynısı görevleri yapmak zorunda olmanız demek. Ya kamp liderine kazık atmış birini takip edeceksiniz, ya kampa gerekli olan bir eşyayı bir yerden alacaksınız ya da kampa sorun çıkaran bir grubu devreden çıkaracaksınız. Görevler hiçbir zaman bundan daha fazla çeşitlenmiyor ve bir yerden sonra o kadar can sıkıcı hale geliyorlar ki, yatsam da şuraya zombiler kemirse diye geçiriyorsunuz içinizden… EĞLENCE PARÇACIKLARI Oyundaki yaratıklar teknik olarak zombi değil. En azından yeniden dirilen ölülerden bahsetmiyoruz burada. Daha ziyade virüs bulaşmış ve insanlığını kaybetmiş yaratıklar bunlar ki ismin çok da bir önemi yok aslında çünkü zombilerden bir farkları bulunmuyor. Bu salgın hastalığı araştıran NERO isimli bir organizasyon var (bence hepimiz olayın aslını anladık şimdiden) ve bu NERO merkezlerini araştırarak hastalıkla ilgili daha fazla bilgi edinmeye çalışıyoruz. Düşman kampları ve zombi yuvalarının sıkıcılığının aksine NERO merkezleri işe biraz renk katmayı başarıyor. Bu merkezleri birazcık Far Cry 5’teki sığınaklara benzetebiliriz. İçlerine girebilmek için önce elektriği yeniden çalıştırmamız gerekiyor ancak elektrik gelir gelmez de merkezin tüm hoparlörleri devreye girdiğinden etrafa zombiler toplanıyor. Bu yüzden her merkezde önce mevcut hoparlörleri tespit etmeli, devre dışı bırakmalı ve en sonunda elektriği çalıştırmalısınız. Final anında tuşa bastığınızda hiçbir hoparlörü ıskalamadığınızı anlamak büyük bir rahatlamaya sebep oluyor, aksi ise tatsız bir paniğe. Onlarca ana ve yan göreve sahip böylesi bir oyunda küçük bulmacalar barındıran sekanslara odaklanmamızdan, söz konusu görevlerin ne denli pespaye olduğu da anlaşılıyordur sanıyoruz ki. İKİ TEKER ÜSTÜNDE BİR YAŞAM Her ne kadar “birader” ilişkisi yansıtmaya çalışır gibi yapsalar ve duygusal yön katabilmek amacıyla ölüp ölmediği belirsiz bir eşi hikayeye sokuşturmaya gayret gösterseler de oyun boyunca samimi ilişki kurabildiğiniz tek bir şey oluyor; motosikletiniz. Red Dead Redemption 2’nin atınızla kurmayı başardığı ilişkinin bir benzerini burada motorunuzla kurdurmayı amaçlamış yapımcılar. Ne yazık ki o seviyenin yakınına dahi yaklaşamasa bile en azından yer yer oturaklı bir sistem kurduklarını belirtelim. Motorunuzu devamlı çalışır kondisyonda ve yakıtlı bir şekilde tutmaya dikkat etmeniz gerekiyor. Çünkü kendisi hem zor anlardan çıkış biletiniz, hem de hızlı yolculuk için kullandığınız bir dostunuz. Yakıt yoksa hızlı yolculuk dahi yapamıyorsunuz. Ancak ilginç bir şekilde, bazı görevlerde oyun yakıtınızı sınırsız hale getirmeyi seçiyor. Neden? Çünkü oyunun akması lazım… İşte bu tarz tembel yazımlar sizi oyun dünyasından koparıyor, kendi kurallarına dahi uymayan bir yapının içine dahil olmakta zorlanıyorsunuz. Ha Days Gone tek bir şeyi çok iyi yapıyor; kalabalık zombi sürüleriyle mücadele. Bu sekansların tamamı inanılmaz derecede heyecan verici ve adrenalin dolu tasarlanmış. LEZZETSİZ BİR AÇIK DÜNYA Açık dünya oyunlarını severiz. Ancak sadece güzel bir çevre tasarlamak iyi bir açık dünya icra etmek adına yeterli değil. Girdiğiniz bir ev, içinden geçtiğiniz bir sokak size hikayeler anlatmalı. Days Gone’ın dünyası son derece ölü ne yazık ki. Ne içinde gezmek keyifli, ne de görevleri takip ederek öyküyü yaşamak. Yalnızca zombilerle mücadele etmek tat katıyor, bunun için de oyunu satın almaya değer mi karar sizin… DETAYLAR Karakterimiz ile motosikleti arasında güçlü bir bağ bulunuyor. Onunla devamlı ilgilenmeli, bakımını yapmalısınız. Eğer yapmazsanız, zombi sürülerinden koşarak kaçmanız gerekir. İnsanlığın sonunu hazırlayan bir virüs ve bu virüsün çaresini arayan bir bilim merkezi… Elbette arkasındaki klişenin hepimiz farkındayız. Acaba karakterimiz de farkında mı? İnsan düşmanların yapay zekası tam bir rezalet. Buna nazire yaparcasına zombiler ise bir o kadar başarılı işlenmiş. Özellikle sürü yapısı ekrana harika bir şekilde yansıtılıyor. Oyun bazı karakterlerle ilişki kurmamıza çabalıyor ancak bunu kesinlikle başaramıyor. Hem hikaye, hem de diyaloglar o kadar kötü ki, etrafınızdaki insanları tamamen yok sayıyorsunuz. PUANLAMA