Dying Light incelemesi

23 Mart 2015 23:32

ÖNÜNÜ ALAMAYINCA

Dying Light’ı sevmemize neden olan diğer başlık için de bunu kullanabiliriz. Gündüz-gece dengesi oyuna muazzam bir lezzet katmış. Güneş gökyüzündeyken görevden göreve rahatlıkla koştururken, aklınızın ucunda daima, “Acaba havanın kararmasına ne kadar kaldı?” sorusu oluyor. Tam havaya girmiş bir şeyin peşinde koştururken telsizden gelen, “Güneş batıyor, güvenli bir bölgeye gidin” uyarısı işi gücü bırakıp kaçmanıza neden oluyor. Gece oynanışı işte bu kadar zor ve tedirgin edici. Ancak bu zorluğun bir getirisi de var elbette. Eğer ki gece dışarıda olmayı tercih edersiniz kazandığınız tüm tecrübe puanları ikiyle çarpılıyor.

Bu oldukça önemli çünkü üç başlığa ayrılmış karakter geliştirmelerini bu puanlarla yapıyorsunuz ve inanın bu geliştirmelere fazlasıyla ihtiyaç duyuyorsunuz. Sevdiklerimizi birer birer saydık ama yeri gelmişken sevmediğimiz şeylerden de dem vuralım. Hayatta kalmak adına ihtiyaç duyduğumuz bu geliştirmeler, bir yerden sonra haddinden fazla güçlü olmamıza sebep oluyor. O kadar güçlü oluyoruz ki, hava karardığında dahi ölüm korkusu yaşamadan kendimizi sokağa atabiliyoruz. Oyunun en güçlü yanı olan tedirginliği öldürmesi sebebiyle bu geliştirmeler biraz can sıkabiliyor.

DEAD ISLAND’IN OLMUŞU

Harran yapısal ögeleri ve parkura elverişli koşulları ile güzel bir şehir demiştik ama onu asıl güzel kılan görsel kalitesi. Özellikle oyunda öylesine harika bir ışıklandırma kullanılmış ki, kaçmanız gerektiğini bilseniz dahi güneşin batışını izlemeden yapamıyorsunuz. Dying Light, pek çok açıdan kalitesini ortaya koyan ve Techland’in uzun zamandır başarmaya çalıştığı oyuna yaklaşan güzel bir yapım. Türün kendisine has klişelerine ve yüzeyselliğine takılmadığınız sürece bu oyundan zevk almamanız için hiçbir sebep bulunmuyor.

Sayfa: 1 2 3 4 5 6

Paylaş