Bazı oyunlar vardır ki hiçbir oyuna benzemeye çalışmaz ve kendi standartlarını belirler. Oyun dünyasının duayenlerinden Peter Molyneux de kendi yarattığı evren olan Albion’da geçen Fable’ı tasarlarken bu şekilde düşünmüş olmalı. Gerçekten de Fable serisi nev-i şahsına münhasır bir oyundur. Sapına kadar bir RYO olmasına karşın, karakter etkileşimi, ciddi anlamda bir sosyal yapı içermesi ve hatta eşcinsel evliliklere izin vermesiyle kendine has bir hayran kitlesi oluşturmayı başarmış bir oyun Fable. İlk oyunun elde ettiği büyük başarıdan sonra, ikinci oyunu merakla bekleyenler, oyunun sadece Xbox 360 platformuna çıkmasıyla hayal kırıklığı yaşamışlardır fakat üçüncü oyunun PC’ye açıklanmasıyla birlikte Fable III’ün daha geniş kitlelere ulaşabilmesi kesinleşti. Biz de o kitlenin içinden oyuncular olarak Fable III’ü büyük bir sabırsızlıkla bekliyorduk.
AÇIL ALBION AÇIL
Eğer önceki oyunları oynadıysanız, o bildiğiniz ve özlediğiniz sımsıcak Albion atmosferi karşılıyor sizi. Fable serisinin yarattığı atmosferi öyle her oyunda bulamadığımızdan olsa gerek oyunun bizi içine çekmesi pek zor olmuyor doğrusu. Fable III, ilk oyunun 50 yıl sonrasında geçiyor. Oyun açıldığı anlarda Fable II’nin kahramanı Albion’ın kralı durumunda fakat biz hükümdarlığına pek şahit olamıyoruz. Zira kısa bir süre sonra kahraman son nefesini veriyor. Tahta oyunda canlandırdığımız karakterimizin ağabeyi olan Logan geçiyor. Fakat Logan dört yıllık hükümdarlığı süresince korkunç derecede baskıcı bir yönetim sergilemeye başlıyor. Adeta bir tiranlık ilan eden Logan, halkın sırtına bindirdiği vergiler ve askeri hükümler ile halkın gözündeki değerini ve saygısını yitirmeye başlıyor. Logan’ın baskıcı yönetiminden biz de etkileniyoruz ve dostlarımızla birlikte bir direniş örgütlemeye başlıyoruz. Elbette etrafımıza insan toplamak için yapmamız gereken bir sürü iş var. Öncelikle bir lider olarak görünmeli ve yönetimi ele geçirdikten sonra yapacaklarınız için vaatlerde bulunmalısınız. Diğer taraftan kılıç kullanmayı, silah atmayı bilen yaman bir karakter olmalısınız. Fakat bu noktada asıl amacınızın tahtı ele geçirmek olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Aslına bakarsanız asıl oyun yönetimi ele geçirdikten sonra başlıyor. Logan’ı tahttan indirdikten sonra önünüzde iki seçenek bulunuyor; ya takımınıza verdiğiniz sözleri tutacak ve iyi bir lider olacaksınız ya da onlara ihanet edip tüm kaynakların yönetimini üzerinize alacak ve diktatörlüğünüzü ilan edeceksiniz. Bu cümleler karşımızda basit bir seçim varmış izlenimini yaratsa da aslına bakarsanız işler pek öyle değil. Eğer devlet hazinesine dokunmaz ve vergileri hafif tutarsanız halk elbette ki ülkeyi daha çok sevecek, mutlulukları ve refah düzeyleri artacaktır. Öte yandan halkınızın ve ülkenizin düşmanları da kısılan askeri giderlerden faydalanarak sizi çok daha rahat işgal etmeye başlayacaklardır. Albion’a musallat olmuş Crawler denen ırktan korunabilmenizin en güvenli yolu ciddi anlamda bir sıkıyönetim ilan etmek olsa da, farklı stratejiler yok değil. Eğer diktatörlük ilan ederseniz Albion toprakları adeta bir sanayi devriminden geçecek ve doğal kaynakları yavaş yavaş yok olmaya başlayacak. Fakat bu sayede askeri güç artacak ve topraklarınızı daha güvenli bir hale getirmeye başlayacaksınız. Aslında oyunun gidişatı bu cümlelerin ifade ettiğinden biraz daha fazlasını barındırıyor. Öncelikle verdiğiniz tüm kararların fiziki olarak gözlerinizin önünde canlandığını belirtelim. Örneğin, gereğinden fazla yumuşak başlı bir lider olursanız halkınızın Crawler tarafından katledilişine şahit olmak zorunda kalabilirsiniz. Sokakları gezdiğinizde nüfusunun azaldığına şahit olursanız bilin ki bir şeyler ters gidiyordur.
ORMANLAR AĞACA
Öte yandan endüstrileştiğiniz takdirde Albion toprakları üzerindeki değişimi ilk elden gözlemliyorsunuz. Ağaçlar kesiliyor, gökyüzü kararıyor, yeşiller azalıyor. Bir anda masalsı atmosfer, yerini kapkaranlık topraklara bırakıyor. Yine halkın üzerindeki vergi yükünü artırdığınız zaman insanlarınızın yavaş yavaş fakirleştiğini ve mutsuzlaştığını görüyorsunuz. Elbette insanlara verdiğiniz tüm tepkiler nasıl bir yönetici olduğunuzu belirleyen bir diğer etken. Önünüzde dallara ayrılmış bir yol var ancak kabaca baktığınızda hem halk tarafından sevilen hem de halkını koruyabilen bir yönetici olmayı hedefliyorsunuz. Oyunun nihai amacı bu. Fable III’ün hikaye anlatımında zaman zaman aksaklıklar yaşansa da genel hatlarıyla atmosferi iyi yansıttığını söyleyebiliriz. Fakat hikaye örgüsünde kopukluklar da göze çarpmıyor değil.
BÜYÜLEYİCİ MELODİLERİN ARDINDAN
Fable III’ün bazı can sıkıcı teknik ve grafik hataları da bulunuyor maalesef. Karakter modellerinin birbirine girmesi, NPC’lerin zaman zaman yollarını bulamamaları atmosferi baltalıyor. Lionhead gibi önemli bir firmadan çıkan son derece ağır bir oyunun bu denli teknik aksaklıklar yaşaması kabul edilebilir bir durum değil. Bunun yanı sıra savaş mekaniklerinde de bir takım aksaklıklar göze çarpıyor. Savaşırken attığınızı, vurduğunuzu, darbe aldığınızı pek hissedemiyorsunuz. Artık, kılıçların hitbox’ını mı biçimsiz yapmışlar nedir, bir türlü düşmanlarla çatır çatır kapıştığınızı hissedemiyorsunuz. Oyunun genel bütünlüğünü ve atmosferini zedeleyen bu gibi eksiklerine rağmen Fable III’ün sanatsal tasarımı ve özellikle müziklerini ele aldığınız zaman müthiş bir kontrast çıkıyor ortaya çünkü oyun bu açılardan olağanüstü derecede kaliteli.
YENİLİKLER, YENİLİKLER
Fable III’ün hakkını yemek istemeyiz, Lionhead her ne olursa olsun kaliteli bir oyun çıkarmış ortaya ve bunca yıldır devam eden markasının altında ezilmemiş. Oyunun ciddi hataları olsa da bir benzeri daha yok. Masalsı atmosferi, Lionhead’in ve Peter Molyneux’nün yeni bir şeyler deneme istediğine saygımız sonsuz. En azından ezberden gitmek yerine, kendi getirdikleri yeniliklerin üzerine bir şeyler koymak ve yeni bir şeyler denemek için çalışıyorlar. Fable III, hani o beklediğimiz kalitede olmasa bile, tüm oyunculara denemelerini tavsiye ettiğimiz iyi bir eğlencelik.
► Detaylar ve puan tablosu sayfa 2‘de