Şubat ayı pek de alışık olmadığımız bir bereketle geride kaldı. Özellikle de isminin başında Far Cry olan bir oyunun bu dönemde piyasaya çıkması biraz enteresan. Tatil dönemini pas geçip, sene başına alınması bile, Far Cry Primal için büyük beklentilere girilmemesi gerektiğinin en büyük göstergesi olsa gerek. Ubisoft’un çok sık görmeye başladığımız hastalığının azalarak bitmesi gerekiyor artık. Yaptıkları bir oyunda çok sevilen bir özelliği alıp, ya sonrasında alakalı alakasız her oyunlarına dahil etmek ya da bu özelliği merkezine alan bir oyun haline getirmek. Far Cry 3’ün psikopat düşmanı Vaas çok tutunca, Far Cry 4’te kör göze parmak dercesine her şeyi benzer özelliklere sahip Pagan Min üzerine kurguladılar mesela. Keza Assassin’s Creed 3’te gemi savaşlarının sevildiğini görüp, komple bu özelliğe dayalı olan Black Flag’i yarattılar. Şimdi de, Far Cry 4’ün övgü alan yanlarından birisi olan hayvan kontrolü ve desteği mekaniğini oyunlaştırarak Primal ismiyle karşımıza çıkıyorlar. Seriye ait bir oyun olmaması ve çıkış tarihiyle fazla önem verilmediğini ispatlaması bir yana, tamamen “fan-service” olması amacıyla tasarlandığı kendisini oldukça belli ediyor. Yoksa şu oyunun neresi Far Cry? Hiç Far Cry görmemiş olsak inanacağız. ÇAKMA FAR CRY Elimizdeki oyun sadece “Primal” ismiyle çıkış yapmış olsaydı, bu inceleme çok daha farklı olabilirdi. O zaman gereksiz karşılaştırmalarla, beklentilerle ve hayal kırıklıklarıyla bu sayfaları kirletmemiş olurduk. Ancak sırf daha fazla satsın, daha çok insan merak etsin diye, hiçbir ilgisi yokken Far Cry adıyla çıkarıyorsanız, bu ismin altında ezilmeyi de göze alacaksınız demektir. Çünkü Far Cry gerçekten çok özel bir seri. Crytek’in başlangıç oyunundan bu yana hiçbir zaman tökezlememiş, her zaman 8.5-9.0 aralığında seyreden puanlara sahip olmuş bir seriden bahsediyoruz. Assassin’s Creed ile zerre alakası yok anlayacağınız. Hal böyle olunca, beklenti çıtası da daha ilk saniyeden çok yukarıda yer alıyor. Far Cry Primal da, özellikle geçtiği dünya ve zaman aralığı itibarıyla bu beklentileri fazlasıyla karşılayabilecek bir potansiyelle geliyor aslında. Milattan önce 10.000 yılı ve tarih öncesi insan problemleriyle şekillenen oyun, hiçbir şey olmasa bile son derece ilginç. Çalışmadığımız yerden soruyor adamlar, afallamamız çok normal. “Ortasına düştüğümüz bölgede terör estiren bir adam var ve onun bu diktatörlüğüne son vermeliyiz!” kaygısı yerini, besin zincirinin üst sıralarına tırmanma mücadelesine bırakıyor. Oyunda Wenja kabilesine bağlı, Takkar isminde bir karakteri yönetiyoruz. Wenja, topraklarını kaybetmiş ve yeni bir yaşam alanı sevdasıyla yollara dökülmüş bir grup insandan oluşuyor. Bu sevdanın noktalandığı yer ise Oros oluyor. Oros, bizim bile dünyevi zevkleri arkamızda bırakıp yerleşmeyi hayal edebileceğimiz kadar güzel bir yer. Ancak bu kadar güzel bir yere sahip olmak, özellikle de o dönemde pek kolay bir iş değil. Öyle ki Oros, bünyesinde burayı evi bellemiş iki farklı kabile ve daha pek çok tehlike barındırıyor. BEN TEK SİZ HEPİNİZ Udam ve Izila kabileleri karakteristik özellikleriyle birbirlerinden ayrılıyor olsa da, Wenja’lardan olanları yok etme isteğinde birleşmekten geri kalmıyorlar. Takkar olarak bizim görevimiz ise, hem bu kabilelerin zulmüne karşı koymak, hem de Wenja insanlarını bir araya getirerek onların huzur içinde yaşamalarını sağlamak. Yapısal özellikleri sayesinde son derece güçlü olan Udam’lılar ve çağın ilerisine giderek ateşle istediği gibi oynayabilen IzIla’lılar tek başlarına yeterli tehdidi oluşturuyor. Ancak sıkıntılar onlarla sınırlı değil. Bu oyun vahşi hayat ile ilgili ve bu hayat hem bizim en büyük düşmanımız hem de en büyük müttefikimiz. Oros’un topraklarında ilerlerken tüm yırtıcı hayvanların gazabı bizim üzerimizde oluyor. Bir noktaya kadar da gerek kaçarak, gerek mücadele ederek hayatta kalmaya çalışıyoruz. Ancak bir süre sonra aslında bizim hayvan kontrolü özelliğine sahip mükemmel biri olduğumuz ortaya çıkıyor ve işte o andan itibaren Primal partisi de başlamış oluyor. DOĞAL SELEKSİYON İlk evcilleştirdiğimiz hayvan bir baykuş ve bu baykuş her daim bizimle beraber. Diğer evcilleştirilebilen hayvanlardan farklı bir yapısı var. Kendisini çağırdığımızda onun kontrolünü ele alıyoruz ve kuş bakışı kameradan haritayı keşfe çıkabiliyoruz. Düşman belirleme, dikkat dağıtma ve hatta zarar verme gibi özellikleriyle baykuşumuzun, saldırıların planlama aşamasında büyük faydaları var. Diğer hayvanlar içinse durum daha farklı. Kurt, kaplan ve ayı gibi yırtıcı hayvanları evcilleştirerek yanımıza alıyor ve saldırı komutları vererek ayak işlerimizi onlara yaptırıyoruz. Hayvan evcilleştirme ve onları kontrol etme düşüncesi kulağa muazzam geliyor, farkındayız. Ancak oyun bunu o kadar vasıfsız bir şekilde kullanmış ki anlamak mümkün değil. Bir kere evcilleştirme sistemi saçmalığın daniskası. Önüne yiyecek attığımız hayvan beslenirken yanına yaklaşıp, birkaç saniye boyunca kare tuşuna basarak evcilleştirebiliyoruz. Bu kadar mı? Bu kadar. Yahu böylesine önemli bir olayı, bu kadar basite indirgeme fikri kimden çıktıysa bulun onu bize, bir şey deneyeceğiz. Oysaki bir hayvanı kontrol edebilmek zorlu bir süreç olsa, bunun için gerçekten uğraşmak gerekse, sonunda ona sahip olduğumuzda nasıl tatmin edici olurdu bir düşünsenize… HEPSİNDEN TUTAM TUTAM Aslında bu durum oyunun her anlamda en büyük eksisini oluşturuyor. Her şey üstün körü, özensiz ve basitleştirilmiş. Ateşli silahlar olmadığından taş ve sopa destekli yakın dövüşe odaklanılmış ancak yakın dövüşe dair hiçbir şey eklenmemiş. Ne bir mücadele imkanı var, ne de akıcı bir saldırı sistemi. Silah savurmak veya fırlatmaktan başka yapılabilecek hiçbir şey yok. Oysa dönemin insanlarının atletik yapılarına odaklanılsa, düşmanın üzerinden zıplamak gibi kıvrak hareketler eklense nasıl da güzel olurdu değil mi? Veya kontrol ettiğimiz hayvanlarla hikayeler yaşayabilmek, yakınlaşabilmek isterdik mesela. Ancak tek yapabildiğimiz, “şuna saldır” demek olunca bunu nasıl yapacağız ki? Peki ya bu güzelim Oros’un hunharca harcanmasına ne demeli? Sen harika bir dünya yarat, her bir noktasından ayrı bir güzellik fışkırsın fakat içine yapılabilecek hiçbir şey koyma. Onu öldür, bunu topla, şunu yakala sisteminin dışına çıkan neredeyse hiçbir şey yok. Tamam, tarih öncesi dönem, şartlar kısıtlı ama şuraya keşfedilecek gizli yerler koymak, ulaşılması büyük çaba gerektiren alanlar yaratmak çok mu zor? Bir şelalenin altındaki oyuktan girip, gizemli bir yer altı dünyasına ulaşabilsek Oros çok daha güzel olmaz mıydı? TARİH BUNU UNUTMAZ Far Cry Primal, harika bir potansiyeli çarçur etmekten zerre gocunmuyor. Oros’un güzelliği ve ne kadar yüzeysel olursa olsun vahşi dünya ile olan yakın duruşu sayesinde bir nebze kalbimizi çalabilse de, genel perspektifte sınıfta kalıyor. Ne oynaması eğlenceli, ne hikayesi merak uyandıracak kadar kuvvetli, ne de aksiyonu her şeyi unutturacak kadar keyifli. Her şey var ama hepsi yarım yamalak. Primal, bir yan oyun olmasına rağmen, Far Cry isminin altında ezilen ilk oyun olmasıyla tarihe adını yazdırmayı başarıyor. DETAYLAR Şu güleç yüzü ve maviş gözleri görüyorsunuz değil mi? Nasıl da tatlı tatlı bakıyor. Şimdi bir de sağına ve soluna bakın ve aslında nelere kadir olduğunu daha iyi anlayın. Oros’un kuzey kısımları oldukça karlı. Buralara geldiğinizde ekstra bir zorlukla mücadele etmeniz gerekiyor: Soğuk. Annenizin sözünü dinleyin ve sıkı giyinmeyi ihmal etmeyin. Vahşi doğanın tüm zorluklarıyla bir şekilde mücadele edebiliyoruz. Bu konuda hiç de fena sayılmayız hatta. Ancak bu arkadaşı görünce kaçın, kahramanlığa gerek yok. Çağ ilkel, şartlar kısıtlı olunca biraz yaratıcı olmak gerekebiliyor. Belki sis bombamız yok evet ancak arı bombası yapabiliyorken kimin toza dumana ihtiyacı olur ki? PUANLAMA