Pek tabii Heavy Rain çıktığında işler bu denli kontrolden çıkmış durumda değildi ve bu nedenle de övgüler, yergilerden çok daha baskındı. Zaten, Fahrenheit ile pek çok şeyi denemişlerdi ancak David Cage’in kafasındaki sisteme en fazla yaklaştığı oyun Heavy Rain oldu. Heavy Rain, öldürdüğü çocukların yanına bıraktığı origami kağıtlarıyla ün yapmış bir seri katilin hikayesini anlatıyor. Bunu yaparken de, bol bol B filmi sistematiği ve referansı kullanıyor, klişe bir senaryoyla da misyonunu tamamlıyor.
Dört farklı karakterin gözünden anlatılan hikaye, katilin kim olduğu sorusunu sordurabilmek için amansız bir mücadele sergiliyor. Bu mücadele kimi zaman o kadar zorlama bir hale geliyor ki, sırf şüphe duyabilmemiz için sosyopatlığın sınırlarını zorlayan insanlardan oluşan özel bir komünite yaratılmış gibi hissediyorsunuz. Bu tarz filmlerde/kitaplarda (bu tarz oyun pek olmadığından) herkesten şüphe duyulabilir hale gelinmesi, büyük ustalık gerektiren bir uygulama gerektirir. Karakterlerin arka hikayeleri, alt metinleri, diyalogları, motivasyonları, birbirleriyle olan ilişkileri yani kısaca her detayları, katilin gerçekte kim olduğunu anlamamıza imkan vermeyecek kadar seçenek oluşmasını sağlar. Sonunda ortaya çıkan katil, şaşırtmayı ve aynı zamanda da mantık süzgecinden geçmeyi başarırsa, ortaya da takdir edilesi bir ürün çıkmış olur. Bu konuda Identity güzel bir örnek olarak gösterilebilir mesela.
Heavy Rain ise, nasıl desek, fazla kör göze parmak sanıyoruz ki. Karakterler belirli bir derinliğe sahip değil, birbirleriyle ilişkileri çok zayıf ve diyaloglar/seslendirmeler kelimenin tam anlamıyla yerlerde sürünüyor. Bunların yanına da “potansiyel” katil hissiyatı verebilmek için istisnasız her karaktere eklenen kusurlar göz önüne alınınca, aslında Heavy Rain’in o kadar da etkileyici bir hikaye anlatmadığını görmüş oluyorsunuz.