Hollow Knight incelemesi

29 Mayıs 2017 23:00

BOYU KÜÇÜK, YAPTIKLARI BÜYÜK

Pekala, sanıyoruz ki ilk olarak karşımızda nasıl bir oyun olduğunu anlatmamız faydalı olacak. Çünkü Castlevania, Dark Souls gibi yapımları örnek verdiğimiz için çok sert ve karanlık bir oyunla karşı karşıya olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ancak işin aslı; Hollow Knight giden kimsenin geri dönmediği, bünyesinde sayısız gizem barındıran topraklarda geçen bir böcek oyunu. Evet, kulağa saçma geldiğinin farkındayız ancak ön yargılarınızın sizi ele geçirmesine izin vermeyin. Zira en ufak ayrıntısına kadar ince ince işlenmiş, içeriğinde hiçbir tutarsızlık barındırmayan bir dünya aynı zamanda bu. Gerçekten de uzaklarda bir yerlerde, kurumuş toprakların altında böceklerin buna benzer bir şeylerle uğraşabileceğini düşündürüyor insana.

Dirtmouth isimli böcek kasabası, bünyesinde yaşayan herkesin terk-i diyar eylemesi ile hayalet bir kasabaya dönüşür. Kimisi sahip olduğu hazinelerin peşinde,
kimisi de farkında olmadığı bir lanetin etkisiyle kasabanın altındaki Hallownest’in içinde kaybolup gider. Nedeni ve nasılı başlangıçta belli olmayan bir şekilde karakterimiz de kendini bir anda işte bu kasabada bulur. Ondan sonra vay efendim herkes gitti sen bir onları kurtarsan mı demeler, aşağıda ne gizemler var çözsen çözsen sen çözersin diye gaza getirmeler derken kendimizi maceranın ortasında buluyoruz.

Hollow Knight başlangıç itibarıyla, absürt bir dünyanın içinde öylesine bir hikayeyi anlatıyormuş hissiyatı yaratıyor. Ancak oyunda ilerledikçe, bu absürt dünya içindeki hiç de fena olmayan, aksine merak katsayısını giderek yükselten bir öykü dinlediğimizi anlıyoruz. Ve oyun bu öyküyü sahip olduğu en güçlü özellikle, yani atmosferiyle oyuncuya aktarıyor. Atmosfer oluşturan grafikler, sesler, müzikler, karakterler, diyaloglar ve harita tasarımları o kadar etkileyici ki, yani ancak bu kadar olabilirdi. Bu saydığımız kalemlerin hiçbiri aksamıyor oyunda, istisnasız tamamını kusursuz bir şekilde icra etmeyi başarıyor.

Sayfa: 1 2 3 4 5 6

Paylaş