Hollow KnIght, şubat ayının sonunda çıkmış bir oyun. Sayfalarımıza uğraması biraz vakit aldı çünkü gözden kaçması hiç de zor olmayan bir yapım aynı zamanda. Ancak geç de olsa kendisine kayıtsız kalamadık çünkü göreceksiniz, yılın sonuna geldiğimizde en iyi oyunlardan söz ederken adını mutlaka anacağız Geçtiğimiz aylarda sizlerle Nioh ve Nier: Automata gibi Dark Souls ruhunu taşımayı amaçlayan bazı oyunlar hakkında fikirlerimizi paylaşmıştık. Tutmuş bir fikrin kısa sürede takipçilerinin türemesi yadırganacak bir durum değil. O nedenle Hollow Knight’ın da bu fikirden yola çıkmış olmasını garipsemiyoruz. Ancak Hollow Knight bu durumu, diğerlerinden bir tık daha öteye taşıyor. Yeni bir oyun türüne ismini vermiş olan Dark Souls ile birlikte, bundan çok uzun yıllar evvel aynı şeyi başarmış olan Castlevania ve Metroid Prime’ın da ruhunu üstlenmeye çabalıyor. Kısaca “Metroidvania” olarak tanımlanan bu oyun türünde, birbiri içine geçmiş küçük haritaların oluşturduğu devasa bir oyun alanı bulunur. Oyuna başladığınızda pek çok noktaya ulaşamadığınızı fark edersiniz ve oyunda ilerledikçe edindiğiniz özellikler sayesinde geri dönüp bu noktalara erişebilir hale gelirsiniz. Birbirinden alakasız görünen sayısız lokasyon kısa yollarla birleşir, bazen final noktasının başlangıç yerinden iki adım ötede karşımıza çıktığı bile olur. İşte Hollow Knight, bu iki nevi şahsına münhasır oyun türünü tek bir potada eriten ve bunu da kusursuz bir şekilde yapan bir oyun. BOYU KÜÇÜK, YAPTIKLARI BÜYÜK Pekala, sanıyoruz ki ilk olarak karşımızda nasıl bir oyun olduğunu anlatmamız faydalı olacak. Çünkü Castlevania, Dark Souls gibi yapımları örnek verdiğimiz için çok sert ve karanlık bir oyunla karşı karşıya olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ancak işin aslı; Hollow Knight giden kimsenin geri dönmediği, bünyesinde sayısız gizem barındıran topraklarda geçen bir böcek oyunu. Evet, kulağa saçma geldiğinin farkındayız ancak ön yargılarınızın sizi ele geçirmesine izin vermeyin. Zira en ufak ayrıntısına kadar ince ince işlenmiş, içeriğinde hiçbir tutarsızlık barındırmayan bir dünya aynı zamanda bu. Gerçekten de uzaklarda bir yerlerde, kurumuş toprakların altında böceklerin buna benzer bir şeylerle uğraşabileceğini düşündürüyor insana. Dirtmouth isimli böcek kasabası, bünyesinde yaşayan herkesin terk-i diyar eylemesi ile hayalet bir kasabaya dönüşür. Kimisi sahip olduğu hazinelerin peşinde, kimisi de farkında olmadığı bir lanetin etkisiyle kasabanın altındaki Hallownest’in içinde kaybolup gider. Nedeni ve nasılı başlangıçta belli olmayan bir şekilde karakterimiz de kendini bir anda işte bu kasabada bulur. Ondan sonra vay efendim herkes gitti sen bir onları kurtarsan mı demeler, aşağıda ne gizemler var çözsen çözsen sen çözersin diye gaza getirmeler derken kendimizi maceranın ortasında buluyoruz. Hollow Knight başlangıç itibarıyla, absürt bir dünyanın içinde öylesine bir hikayeyi anlatıyormuş hissiyatı yaratıyor. Ancak oyunda ilerledikçe, bu absürt dünya içindeki hiç de fena olmayan, aksine merak katsayısını giderek yükselten bir öykü dinlediğimizi anlıyoruz. Ve oyun bu öyküyü sahip olduğu en güçlü özellikle, yani atmosferiyle oyuncuya aktarıyor. Atmosfer oluşturan grafikler, sesler, müzikler, karakterler, diyaloglar ve harita tasarımları o kadar etkileyici ki, yani ancak bu kadar olabilirdi. Bu saydığımız kalemlerin hiçbiri aksamıyor oyunda, istisnasız tamamını kusursuz bir şekilde icra etmeyi başarıyor. KAYBOLALIM BU ŞEHRİN SOKAKLARINDA İlk olarak yaratılmış olan dünyadan dem vurmak istiyoruz. Dirtmouth’un hemen dışarısında yer alan kuyudan atlayıp, Hallownest’e giriş yaptığınız andan itibaren çok etkileyici bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. İlk etapta birbirinden farklı animasyonlara, tasarımlara ve hatta karakteristik özelliklere sahip böceklerin amaçsızca dolaştığı ortamda kaybolmanız gerekiyor. Hani yeni bir şehri keşfetmenin en iyi yolu orada kaybolmaktadır denir ya, biraz o hesap diyebiliriz. Çünkü Hollow Knight nerede olduğunuzu veya nereye gitmeniz gerektiğini anlatma noktasında oldukça ketum. Her bir bölgenin alelade bir noktasında yer alan haritacı böceği bulana dek o bölgenin haritasını göremiyorsunuz. Diyelim buldunuz, o zaman da gittiğiniz yerlerin haritaya işlenebilmesi için nadir bulunan kayıt noktalarına ulaşmanız gerekiyor. Diyelim ulaştınız, bu sefer de söz konusu haritada nerede olduğunuzu görebilmek için pusulaya ihtiyaç duyuyorsunuz. Kısacası, oyun sizin her bir bölgede kaybolmanız için elinden geleni yapıyor. HARİTA DEDİĞİN BÖYLE TASARLANIR Ancak inanın bu hiç de kötü bir şey değil. Oyunda çok fazla farklı bölge bulunuyor ve bu bölgelerin tamamı birbiriyle hiç alakası olmayan temalara sahip. Bir yerde yeşilin her tonu etrafınızı sarmalarken, başka bir yerde bal peteklerinin arasında vızıltılar eşliğinde koşturuyorsunuz. Bu temasal farklılıklar, oyun dünyasına ve o bölgenin böceklerine muazzam bir şekilde yedirilmiş. İlk başta anlamıyorsunuz ama oyunda ilerledikçe görüyorsunuz ki, bu bölgelerin tamamı ders niteliğinde bir ustalıkla birbirine bağlanmış durumda. Hollow Knight, bugüne dek gördüğümüz en iyi harita tasarımına sahip oyunlardan diyebiliriz. Oyunun Metroidvania apoletini taşımasına neden olan sonradan ulaşılabilir bölgelere ulaşmak için parça parça açılan özelliklerin hiçbiri daha önce görmediğiniz şeyler değil. Çift zıplama, duvardan zıplama ve ileriye sıçrama gibi standart platform ögeleri edineceksiniz. Ancak oyunun platform türünde yeni bir sayfa açmak gibi bir derdi de yok zaten. Platform janrası içinde, olabilecek en ilgi çekici atmosferi sunmak gibi bir gayesi var daha ziyade. SEN NASIL GÜZEL BİR ŞEYSİN! Ve tam da bu noktada devreye giren o grafikler ve müzikler… Tamamı el çizimi olan grafikler hem o kadar tatlı, hem de tüm duyguları yansıtabilme noktasında o kadar başarılı ki. Özellikle iki boyutlu bir dünyayı dolu dolu yansıtabilmek adına sadece arka planı değil, ekrana doğru üçüncü bir düzlemi de tasarlamış olmaları çok güzel bir detay. Sağa sola koştururken, bir anda ekranın önünden silüet halinde hızla geçen bir böcek görmek, kesinlikle atmosferin içine daha fazla girmenizi sağlıyor. Lakin oyunun grafiklerinden daha iyi olan bir şeyi varsa, o da müzikleri. Christopher Larkin tarafından bestelenen müziklerin her bir notası, kalbinizin tam üstüne uzun süre kalkmamak üzere oturuveriyor. Yani oyunun görselliği ve müzikleri o kadar iyi ki; Dark Souls’tan hatıra öldüğünde ruhunu gidip geri alma veya birbirinden ilgi çekici boss dövüşleri gibi oynanış mekaniklerinden konuşasımız bile gelmiyor (ki oyun bunları da çok iyi bir şekilde yapıyor). Hollow Knight, ne yaptığınızdan ziyade size neler hissettirdiği daha önemli olan bir oyun diye düşünüyoruz. GÖZDEN KAÇIRAYIM DEMEYİN! 90 üzeri bir tamamlama yüzdesi için 30 ila 40 saat arası bir oyun süresi ayırmanız gerekiyor ki Hollow Knight gibi bir platform oyunu için bu hiç de fena olmayan bir içerik anlamına geliyor. Elbette oyunun yapısı gereği bol bol eski bölgelere geri dönmeniz ve geçtiğiniz yerlerden tekrar tekrar geçmeniz şart ancak Hollow Knight, bir an olsun bunları yaparken sıkılmanıza müsaade etmiyor. Muhtemelen bu oyun sizlerin de dikkatinden kaçmıştı şu ana dek ancak bu kayıtsızlığın daha uzun sürmemesini ısrarla tavsiye ederiz. DETAYLAR Oyunun sanat yönetimi, Ori and the Blind Forest’tan beri gördüğümüz ne iyi işçiliklerden biri olmuş. Yani şuna bir bakar mısınız? İlk görüşte aşık olmamak mümkün mü? Harita çok büyük olduğu ve eski bölgelere tekrar tekrar gitmeniz gerektiği için tabii ki bir hızlı ulaşım imkanı bulunuyor. Onu da taşıyıcı bir böcek aracılığı ile yapıyor elbette. Oyunda “charm” adı verilen özellikler taşıyabiliyorsunuz. Vuruş hızınızı artırmaktan, kılıcınızdan sülük fışkırmasına neden olan özelliklere kadar pek çok seçenek mevcut. Yeni bir bölgeye girdiğinizde ne yapın edin bu abimizi bulun. Yoksa o bölgenin haritasını asla göremez, kör topal bir şekilde oradan oraya avare aşıklar gibi koşturup durursunuz… PUANLAMA