MİNİMALİST ESTETİK
Inside, Limbo’yu oynamış kişiler için oldukça aşina bir yapıyla çıkıyor karşımıza. Yine 2.5 boyutlu bir düzlemde küçük bir erkek çocuğunu yönlendirdiğimiz oyun, tıpkı selefi gibi ne tek bir diyalog ne de kısacık bir metin barındırıyor bünyesinde. Bu oyunda yönlendirme veya belirteç gibi yardımlar da bulamayacaksınız. İhtiyacınız olan her şey, yaratılmış olan bu muazzam dünyanın içine yedirilmiş durumda. Ulaşmanız gereken bir noktayı işaret etmek için; “Şu tuşa basarak zıpla ve ilerle” demek yerine, tamamen çevresel elementlerin doğal konumlarını ve ışıklandırmayı kullanıyor oyun. Bu estetik başarı sayesinde yolunuzu mutlaka ve her seferinde yapımcıları takdir ederek bulabiliyorsunuz.
Ancak tercih edilen bu minimalist yapının oyuncuyu zorladığı daha önemli bir kısım bulunmakta. Hiçbir diyalog ve metnin bulunmaması nedeniyle neyi neden yaptığınız hakkında en ufak bir fikriniz de olmuyor haliyle. Kontrolünüz altına verilmiş olan bu çocuk kim? Neden son derece sıkı korunduğu belli olan bir yerden kaçmaya çalışıyor? Peşindeki insanlar neden onu yakalamak için bu denli istekli ve yakaladıklarında çocuk olduğuna bakmaksızın hunharca öldürüyorlar? Cevaplar belirsiz… Ve siz oyuna başladığınız ilk andan itibaren oluşan bu soru işaretleri eşliğinde ilerlerken, yaptığınız eylemlerin sonucunda bazı cevaplara ulaşmanın hayalini kuruyorsunuz. Fakat oyun cevap sunmak yerine size, geçen her bir yeni saniyede daha fazla soru işareti ile karşılık veriyor. Kızamıyorsunuz da, “Artık bana bir cevap ver!” diye isyan etmek gelmiyor içinizden çünkü içinde bulunduğunuz atmosfer o denli gerçek ve etkileyici ki tek yapabildiğiniz ilerlemek oluyor. Oyunun sonuna geldiğinizde zihninizde oluşmuş devasa soru baloncuğu, metaforik anlamda hayat buluyor ve siz de boş boş ekrana bakakalıyorsunuz.