2014 yılında duyurulduğundan beri InsIde’ı heyecanla beklememiz yersiz değil. Şimdiden adını oyun dünyasının efsaneleri arasına yazdırmış LImbo’nun ruhani takipçisi olma özelliğini taşıyan bu oyun, nasıl oldu biz de bilmiyoruz ancak beklentilerin bile üzerine çıkmayı fazlasıyla başarmış görünüyor Bağımsız oyunlar bugün sektörü kasıp kavuruyorlarsa iki oyunun bundaki etkisi yadsınamaz: Braid ve Limbo. Braid zaten bambaşka bir noktada, “öncü” mertebesinde. Ancak Limbo da, bu başarının tek seferlik olmadığını, bağımsız oyunların sektörün geleceğinde önemli bir yer edineceğini göstermek adına kritik bir virajın aşılmasını sağlamıştı. Siyah ve beyazın tonlarından oluşan bir dünyada, küçük bir çocuğun “sessiz” yolculuğunu takip etmiştik o oyunda. Herhangi bir cümlenin veya yazılı metnin yer almadığı, ne olup bitiyorsa kendi iç dünyamızda anlamlandırmak zorunda kaldığımız Limbo, yaşattığı tarifsiz deneyimle hafızalarımıza kazınmıştı. Haliyle yapımcı Playdead’in başka neler yapabileceği büyük bir merak konusu oldu. 2006 yılında kurulmuş firmanın bu 10 yıl içinde ikinci oyunu ancak çıkarabilmiş olmasından, ekibin kaliteyi devam ettirebilmek adına ne denli dikkatli olduğunu anlayabiliriz. MİNİMALİST ESTETİK Inside, Limbo’yu oynamış kişiler için oldukça aşina bir yapıyla çıkıyor karşımıza. Yine 2.5 boyutlu bir düzlemde küçük bir erkek çocuğunu yönlendirdiğimiz oyun, tıpkı selefi gibi ne tek bir diyalog ne de kısacık bir metin barındırıyor bünyesinde. Bu oyunda yönlendirme veya belirteç gibi yardımlar da bulamayacaksınız. İhtiyacınız olan her şey, yaratılmış olan bu muazzam dünyanın içine yedirilmiş durumda. Ulaşmanız gereken bir noktayı işaret etmek için; “Şu tuşa basarak zıpla ve ilerle” demek yerine, tamamen çevresel elementlerin doğal konumlarını ve ışıklandırmayı kullanıyor oyun. Bu estetik başarı sayesinde yolunuzu mutlaka ve her seferinde yapımcıları takdir ederek bulabiliyorsunuz. Ancak tercih edilen bu minimalist yapının oyuncuyu zorladığı daha önemli bir kısım bulunmakta. Hiçbir diyalog ve metnin bulunmaması nedeniyle neyi neden yaptığınız hakkında en ufak bir fikriniz de olmuyor haliyle. Kontrolünüz altına verilmiş olan bu çocuk kim? Neden son derece sıkı korunduğu belli olan bir yerden kaçmaya çalışıyor? Peşindeki insanlar neden onu yakalamak için bu denli istekli ve yakaladıklarında çocuk olduğuna bakmaksızın hunharca öldürüyorlar? Cevaplar belirsiz… Ve siz oyuna başladığınız ilk andan itibaren oluşan bu soru işaretleri eşliğinde ilerlerken, yaptığınız eylemlerin sonucunda bazı cevaplara ulaşmanın hayalini kuruyorsunuz. Fakat oyun cevap sunmak yerine size, geçen her bir yeni saniyede daha fazla soru işareti ile karşılık veriyor. Kızamıyorsunuz da, “Artık bana bir cevap ver!” diye isyan etmek gelmiyor içinizden çünkü içinde bulunduğunuz atmosfer o denli gerçek ve etkileyici ki tek yapabildiğiniz ilerlemek oluyor. Oyunun sonuna geldiğinizde zihninizde oluşmuş devasa soru baloncuğu, metaforik anlamda hayat buluyor ve siz de boş boş ekrana bakakalıyorsunuz. SORU ÇOK, CEVAP YOK! Eminiz bazılarınız bu durumdan pek haz etmemiştir. Devamlı yeni sorular oluşturup, bunları herhangi bir sonuca bağlamayan bir hikaye çok cazibeli gelmiyor kulağa haklısınız. Ancak Inside’ı oynamadan bu anlamda fazla ön yargılı olmamaya çalışın deriz. Çünkü oyun size ne anlatmak istediğini vermiyor değil, yalnızca ne alacağınızı size bırakıyor. Inside’ı son derece yetenekli bir ressamın ellerinden çıkmış bir sanat eseri gibi düşünebilirsiniz. Nasıl ki o resme baktığınızda ne hissettiğiniz, ne anladığınız, duygu olarak ne geçirdiği tamamen size bağlı ise, Inside için de durum tam olarak böyle. İsterseniz toplumun yalnızlaşması üzerine bir anlam yakalarsınız, isterseniz de baskıcı yönetimlerin insanları tek tipleştirmeye çalışması üzerine bir eleştiri… Veya bunlarla hiç alakası olmayan bambaşka sonuçlar da elde edebilirsiniz. Inside’ın güzelliği; bir yandan hiçbir şey anlatmıyorken, bir yandan tüm bunlara dokunabiliyor olmasına yatıyor aslında. SESSİZLİĞİN ANLATTIKLARI İnsanın ağzını açık bırakan ise, tüm bunları nasıl bu şekilde yapabilmiş olmaları aslında. Bizler oyunu tamamladığımızda tek tipleştirilmiş toplum ve robotlaştırılan insanların nasıl kullanıldığı yönünde bir eleştiri çıkardık kendimizce ve benim diyen en baba distopya romanına kafa tutarcasına yapılan bu eleştirinin bir tek kelime dahi kullanılmadan bizlere aktarılmış olması şok edici gerçekten de. Bunu da tamamen yarattıkları atmosfer sayesinde oyuncuya aktarmayı başarmış yapımcı ekip. Özellikle atmosfer diyoruz çünkü hem grafikler, hem sanat tasarımı, hem de müzikler bu atmosferin oluşmasında önemli rol oynuyor. Inside, basite gittikçe nasıl mükemmel hale gelinebileceğini kusursuz bir şekilde ortaya koyuyor. Bu denli sade tasarımlara sahip bir oyunun her anı mı sanatsal olur? İstediğiniz yerde durdurun ve bir ekran görüntüsü alın. İşte yeni duvar kağıdınız hazır! Bunu sağlayan da elbette detaylar, detaylar, detaylar… Son derece yalın görünen bir bölgede durup detayları incelerseniz, kendinizi camdaki bir yansımaya veya karakterinizin üzerine sıçrayan çamur damlalarına takılıp gülümserken bulabilirsiniz. Bir de tüm bu detaylara anı kusursuzlaştıran müzikleri eklediğinizde başarılması zor olanı başarmış oluyorsunuz zaten. DOYUMLUK DEĞİL TADIMLIK Elbette Inside yalnızca güzel grafiklerden ve müziklerden oluşmuyor, içinde “oyuna” dair elementler de bulunmakta. Platform-Bulmaca türüne dahil edebileceğimiz Inside’ın bulmacaları son derece kararında olmuş, belki bir tık kolaya yakın olduklarını söyleyebiliriz. Çözümü için bir dakikadan daha fazla düşünmek zorunda kaldığımız hiçbir bulmaca karşımıza çıkmadı ki belki bu bir eksi olarak değerlendirilebilir. Lakin bunun sebebinin de, bulmacaları sırf zor olması için mantık dışına çıkarmak istememelerine vermek lazım. O dünyaya ait, son derece ilginç tasarımlı bulmacalarla karşılaşacaksınız ve önemli olan karakterin bu anlarda yaptıkları olacak sizler için. Eksi olarak belirtebileceğimiz bir diğer konu da oyunun süresi. Maalesef bu harika deneyim taş çatlasa 4-5 saat bizlerle birlikte oluyor. Hani Limbo ile arasında 6 sene olduğu düşünülünce çok daha uzun bir oyun süresi bekledik lakin herkesin ulaşabileceği makul bir fiyat etiketi ile satışa çıktıklarından buna da anlayış gösterilebilir. Yine kendi adımıza, hiçbir diyalog ve metinin yer almadığı sade sinematiklere de hayır demezdik açıkçası. Özellikle karakterle daha fazla bütünleşebilmemize yardımcı olabilirdi böyle detaylar. LIMBO’DAN BİLE İYİ! Oyunu bitirdikten sonra internette sonuyla ilgili araştırmaya girişmenizi de tavsiye ederiz. Sayısız bakış açısı ve teori ile karşılaşacaksınız. Özellikle Limbo ile Inside’ın birbirleriyle bağlantılı olabileceğini gösteren bazı teoriler insanın aklına oldukça yatıyor ve mutlu ediyor. Tabii bunların hepsinden önce oyunu oynamanız ve bitirmeniz lazım. Limbo’yu sevmiş olanların zaten Inside’a bayılacağına hiç şüphemiz yok fakat iki oyuna da yabancı iseniz, önce Limbo’yu ardından da bu oyunu oynamanızı şiddetle tavsiye ediyoruz. DETAYLAR Limbo’nun irite edici yaratıklarıyla burada karşılaşmayacaksınız ancak şu karşınızda duran ablamız buna bir istisna. Kendisini görünce kaçmaya bakın. Amaçsızca, bilinçsizce ve kontrolsüzce bizi takip eden insanlar(!)… Neden? Bu soru kafanızın içinde oyunun sonuna kadar dolanıp duracak ve cevabı son derece bulanık olacak. Oyunun su altında geçen bölümleri hem dinamikleri, hem tasarımları, hem de rahatsız ediciliği ile dikkat çekiyor. Oyunun en ilginç bulmacaları da burada karşınıza çıkacak. Şu basit sahnedeki tasarımsal zenginliğe ve detaylara hayran olmamak elde değil. 2 boyutlu bir görsellikte yakalanan derinlik algısı ve perspektifin kullanımı adeta ders niteliğinde. PUANLAMA