Isuzu D-Max incelemesi
Beş günlük süre zarfı boyunca pek çok koşulda bize eşlik eden Isuzu D-Max, beraberinde getirdiği vergi avantajını başarılı sürüş özellikleriyle bir araya getiriyor.
Binek otomobil sınıfında Türkiye’yi baz alarak yaptığımız hemen her konuşmada vergi mağduru olan modellerden bahsetmeden edemiyoruz. Günümüz itibarıyla hissedilir derecede artış gösteren bu seviye, kullanıcıları farklı arayışlar içerisine itebiliyor. Kafasını önündeki menüden kaldıranların karşısına çıkacak ilk seçeneklerin başında da hiç şüphesiz pickup modelleri var. Tüm bu parçaları bir araya getirdiğimiz zaman, aslında çok fazla detaya girmeye gerek kalmadan ufak bir gözlem üzerinden pickup sınıfındaki zenginleşmeyi fark edebiliriz. Mercedes’in bile X-Class ile birlikte yeni bir sınıf açtığı gördüğümüzde “bu da kreması oldu” demeden edemediyoruz. Halihazırda BMW ve Audi gibi rakipleri, kullanıcı yorumlarıyla bu lige sokma çabaları devam ederken, bu sınıfta uzun süredir var olanlar da gelişim hızlarını artırmak durumunda. Test konuğu olarak kendisiyle yaklaşık beş gün gibi bir zaman geçirdiğimiz Isuzu D-Max, bunu 2002 yılından beridir istikrarlı bir şekilde devam ettiriyor. Macerasının başlangıcında General Motors bünyesinde yer alan Chevrolet ve GMC gibi markaların benzer sınıftaki modelleriyle platform kardeşi olarak üretilen D-Max, 2011 yılından karakter olarak hatırı sayılır değişim gören bir jenerasyonla yoluna devam ediyor. Peki, çıkış noktasına halihazırdaki seviyesine gelene kadar yerinde geliştirmeler elde eden Isuzu D-Max, günümüz itibarıyla ihtiyaçlara ne denli cevap verebiliyor? Bunun cevaplarını alabilmek adına yaptığımız 500 kilometrelik yolculuk, bizlere eğrisiyle doğrusuyla ihtiyaç duyduğumuz pek çok noktayı gösterdi.