Kingdom Come: Deliverance incelemesi
BURADA HER ŞEY GERÇEK!
Bu oyunla ilgili bilmeniz gereken ilk şey, hiçbir şekilde bir peri masalının içinde yer almayacağınız olmalı. Bunu söylerken yalnızca büyülerden, orklardan, elflerden veya fantastik yaratıklardan bahsetmiyoruz. Gerçeklik sınırları içinde düşündüğümüzde dahi, burada kahraman bir şövalyenin dillere destan öyküsü anlatılmıyor. Kılıcını çekip düşmekte olan bir krallığı tek başına dize getiren birinin, asırlar sonra bile şarkılara konu olacak maceralarına konuk olmayacaksınız. Çünkü pek çok filmin, dizinin veya oyunun iddia ettiği üzere, orta çağ yalnızca topraklarında flamaların dalgalandığı büyük kalelerden, üzerinde cengaver şövalyelerin korku saldığı atlı birliklerin rüzgara meydan okurcasına kat ettiği fersahlarca uzanan çimenliklerden veya güzel melodiler eşliğinde hancının tüm konuklarına içki yetiştirmeye çalıştığı tavernalardan oluşmuyor. İşin aslı; orta çağ gerçekten de yaşaması oldukça zor dönemdi aslında. Sokaklarına hayvan pisliğinin kokuları yayılmış yerleşkelerde, bir somun ekmek bulabilmek için komşusunu bıçaklayan insanların geneli oluşturduğu bir dönemdi. Ve işte Kingdom Come: Deliverance hikayesinde tam da bu insanlardan birinin, Henry’nin hayatına odaklanıyor. 15. yüzyıl Bohemya’sında, bir demircinin oğlu olarak yaşamını sürdüren Henry, genç bir adamın haytalığını benimsemiş bir şekilde çıkıyor ilk olarak karşımıza. Düşünün ki oyun boyunca yöneteceğimiz karakterle ilk karşılaşma anımızda anne ve babamızdan azar işitiyor, daha bir gece önce girmiş olduğumuz bir sokak kavgasını muhtemelen kaybetmiş olmanın acısını taşıyoruz. Bu detayı özellikle vermek istedik çünkü şu an internette biraz dolaşır ve insanlar Kingdom Come: Deliverance hakkında ne söylemişler bir bakayım derseniz, muhtemelen daha henüz oyunun başında girdikleri bir kavgayı nasıl kaybettiklerinden yakınan ve bu nedenle oyunun dövüş sistemini eleştiren kişilerle karşılaşacaksınız.