“Telltale oyunları” diye ayrı bir tür ortaya çıktı biliyorsunuz. İlginçtir ki uzun süredir bu tarzı tercih eden başka hiçbir firma olmamıştı. Life Is Strange, Telltale oyunlarının tarzını benimserken kendinden de bir şeyler katarak adından söz ettirmeyi amaçlıyor. Yapımcı Dontnod Entertainment’ın ve Life is Strange’in ilginç bir hikayesi var aslında. İlk oyunları olan Remember Me’de ana karakter olarak bir kadını tercih eden firma, bu sebeple pek çok eleştiri almıştı. Bu nedenle ikinci oyunları Life is Strange’i yine bir kadın ana karakterle duyurduklarında kendilerine uzun süre bir dağıtıcı firma bulamadılar ve hangi kapıyı çalsalar böyle bir oyunun maddi noktada başarılı olamayacağı tepkisiyle karşılaştılar. Ancak Dontnod tüm bu tepkilere rağmen duruşunu değiştirmedi ve karakterine güvenmeye devam etti. Sonunda projenin elinden tutan isim Square Enix oldu ve oyunu olduğu gibi çıkarması için firmaya tam destek verdi. Life is Strange’in ilk bölümü üzerinden konuşacak olursak iyi ki de bu yoldan dönmemişler diyoruz. İKİ İLERİ BİR GERİ Karakterimiz Max Caulfield klasik bir ergen kız, yani hemen hemen klasik. Başlangıçta bizi fotoğrafçılık bölümünde okuyan Max’in dersleriyle ve arkadaşlarıyla olan dertleri karşılıyor. Ancak çok kısa bir süre içinde zamanı geri alma gibi bir yeteneği olduğunu fark ediyor hanım kızımız (klasik ergenden ayrıldığı yer de burası oluyor). Nasıl ve neden olduğu hakkında kendisinin de bir fikri olmadığından çok sorgulamıyor ve bu yeteneğimizle hem gündelik hayatımızı hem de kabuslarımıza giren bir olayı çözüme kavuşturmaya çalışıyoruz. Oyunun oldukça ilginç dinamikleri bulunuyor. Genel olarak karakterler arası iletişim ve nesnelerle kurulan etkileşim üzerinden yürüyen yapım, zamanı geri alma mekaniği ile fark yaratıyor. Tıpkı Telltale oyunlarında olduğu gibi diyaloglar sırasında yaptığımız seçimlere göre ilerleyen konuşmalar, elde ettiğimiz bir bilgi sonucu zamanı geri alarak bambaşka şekillere bürünebiliyor. Ancak işin güzel tarafı, buna rağmen seçtiğimiz cevabın doğru olup olmadığını bilemememiz. Çünkü tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi ağzımızdan çıkanlar doğru veya yanlış olarak değerlendirilmiyor. Hepsinin farklı sonuçları var ve ne olacağını zaman gösteriyor. BAŞKASI DA YAPABİLİYORMUŞ Oyunun belki de en güzel yanı fazlasıyla dolu olması. Telltale oyunlarının aksine her yerde okuyacak, etkileşime girecek sürüyle şey çıkıyor karşımıza. Yani oyunun araştırmacı tarafınızı tetikleyecek yönleri de bulunuyor. Görsel ve işitsel anlamda da işini layığı ile yerine getiriyor. Oyunun tarzına çok yakışan, çizimleri göz okşayan bir görsel tadı var yapımın. Ama özellikle müziklerde fark yaratmışlar. Yaratılan başarılı atmosferde müziklerin katkısını yadsıyamayız. Life is Strange, ilk bölümü ile oldukça dikkat çekici bir başlangıç yapıyor ve sonraki bölümler için merak uyandırmayı başarıyor. Telltale dışında bu tarza odaklanan yeni oyunlar görmek gerçekten güzel. PUANLAMA