Klostrofobi sahibi insanların oturdukları yerde kan ter içinde kalmalarına sebebiyet veren gerilim yüklü Metro serisi, nefes almak için daha fazla alana sahip yeni oyunu Exodus ile hikayesini noktalıyor. Artyom’un hayalleri sonunda gerçeğe dönüşüyor ancak gerçek, yalandan daha korkutucu bir şekle bürünmüş durumda. İyi yazılmış distopya eserleri her zaman vurucu olmuştur. İnsanoğlunun sahip olduğu kusurlu özelliklerin yaratabileceği yıkıcı sonuçları tasvir eden bu eserler, dikkat çekici oldukları kadar birer uyarı niteliği de taşırlar. 1984, Cesur Yeni Dünya, Biz ve daha nice eser, edebiyat alanında zamansız başyapıtlar olarak yerlerini almışlardır. Geçmişe dönüp baktığımız zaman oyun sektöründe de iyi kaleme alınmış distopya eserlerin etkilerini net bir şekilde görebiliyoruz. Bioshock, Half-Life, Fallout, Deus Ex ve Metal Gear Solid gibi tarihe geçmiş büyük yapımlar hep bu karanlık geleceği tasvir etmeleriyle öne çıkıyor. Bu noktada Metro serisini de ayrıca bir övmek gerekiyor bize soracak olursanız. Hem Dimitry Glukhovsky’nin kaleme aldığı romanlar, hem de bu romanlardan uyarlanan oyunlar iki alanda da çarpıcı sonuçlar almayı başardı. Bir edebi eserde yaratılan yoğun atmosferi, uyarlanan görsel sanat alanında da aynen koruyabilmek büyük meziyet gerçekten de… İNSANOĞLUNUN KUSURLARI Metro serisi oldukça standart bir post-apokaliptik hikayeyi ilginç bir şekle sokmasıyla dikkat çekiyor. Elbette insanlık elindekiyle mutlu olamıyor, hırs gözünü karartıyor ve büyük bir nükleer savaş yaşamı yok ediyor. Dünyanın her yerinde patlayan nükleer bombalar neticesinde insanoğlu nesli tükenme noktasına gelen bir canlı konumuna düşüyor. Tüm bu kıyametin ortasında Moskova’daki insanların küçük bir bölümü yerin altına inerek metronun altında saklanıyor ve burada yaşam mücadelesi vermeye başlıyor. Onlar için yüzeyde artık ev diyebilecekleri herhangi bir yer bulunmuyor, metro istasyonları onların yeni evi haline geliyor. Ve bu durum yıllarca, çok uzun yıllarca devam ediyor. Ancak insan güçlüdür, uyum sağlamaya müsaittir ve azimlidir. Yerin dibinde de olsa yaşama tutunmayı başarabilir. Ancak aynı zamanda kusurludur ve ders çıkarmayı asla beceremez. Onları bu karanlık mahzene mahkum bırakan hırsları yeni yaşam koşullarında da kendisini gösterir. İki oyun boyunca bir yandan radyoaktif etkiyle başkalaşmış ucube yaratıklarla uğraşırken, bir yandan da birlikte yaşamayı öğrenemeyen insanların güç hırsıyla mücadele etmek durumunda kalmıştık. Tüm bu mücadelenin ortasında ise karakterimiz Artyom’un başka bir derdi vardı; “Bu kokuşmuş delikte ölmeyeceğim. Dışarıda hala yaşamın izleri varsa bunu bulmak zorundayım.” İşte Exodus bu karşı konulamaz isteğin iyice filizlendiği anda başlıyor. Artyom tüm uyarılara, telkinlere ve emirlere karşı çıkarak yüzeyde yaşamın izlerini aramaya koyuluyor. Neredeyse dalga geçilecek noktaya gelmişken burada anlatıp berbat etmek istemediğimiz bazı olaylar yaşanıyor ve Artyom’un aslında başından beri haklı olduğu ortaya çıkıyor. Meğer dışarıda yaşam varmış, meğer onları metronun altında kalmaya zorlayan şey bir yalandan fazlası değilmiş. Evet, Artyom’un sahip olduğu hayat bir yalandan ibaret ancak dışarı çıktığında görecekleri, bazen yalanın gerçeklikten daha iyi olabileceğini dahi sorgulamasına sebep oluyor… RUSYA KAZAN BİZ KEPÇE Metro: Exodus temelde bir yol hikayesi aslında. Oyunun hemen başında bulduğumuz bir lokomotifle Moskova’dan yola çıkarak Rusya’nın diğer ucuna doğru umuda yolculuk yapıyoruz. Yaklaşık 1 yıllık bir süreyi kapsayan bu macera, dört ayrı mevsime bölünmüş bir hikaye aktarımı şeklinde yansıtılıyor. Rusya’nın geniş ve değişken toprak bütünlüğü sağ olsun kah karların arasında hayatta kalmaya çalışıyoruz, kah çölün ortasında yoklukla mücadele ediyoruz. Nükleer patlama ve serpinti nedeniyle perişan olmuş toprakların, aktif olarak değişen hava şartları ile harmanlanması oldukça keyifli bir oyun deneyimi ortaya çıkarmış. RTX desteğini de arkasına almış olan yapım, kara bulutların arasından usulca süzülen güneş ışığıyla ölmüş topraklara can verdiğinde tam bir seyir zevki yaşanıyor. Yalnızca hava şartları değil, saat değişimi de oyunda önem arz etmekte. Gün ışığı daha fazla haydut ve daha az yaratık, gece ise tam tersi anlamına geldiğinden görevlere giderken yola çıkış saatinizi dahi dikkate almanız gerekebiliyor. DOĞANIN EN BÜYÜK DÜŞMANI İNSAN Artyom ve Sparta ekibinin nükleer savaş sonrası ilk kez karşılaştıkları yaşam bulunan yüzey ortamı içinde oldukça ilginç yapılar barındırıyor. Bir yalan sonucu hayatını karanlıkta geçiren ekibimizin çıktığı yolculuk asla bir ütopyaya dönüşmüyor. Aksine, dışarıda her şeyin çok daha kötü olduğu ve insan olan her yerde hırs ve yalanın da bulunacağı tokat gibi suratınıza vuruluyor. Bir bölgeye gidiyorsunuz; mutasyon geçirmiş deniz yaratıklarına tapan ve aksini düşünen herkesi günahkar ilan eden yobazlar karşılıyor sizi. Başka bir yerde iyilik maskesi altında kucak açan yamyamlar, bir başkasındaysa fırsat bu fırsat diyerek kölelik sistemini geri getirenler… “Karanlığa mahkum değiliz! Dışarıda yaşam var!” hayaliyle yola çıkmış insanların bu düzenle karşılaşması nasıl yok edici olabilir tahmin edersiniz sanıyoruz ki. Bir noktada kahramanlarımız kendilerini “Yalan da olsa birlikte yaşadığımız, evimiz dediğimiz o karanlık metro istasyonundan hiç ayrılmasa mıydık acaba?” diye düşünürken buluyor ki Exodus’un üzerine parmak basmayı amaçladığı ruh hali de tam olarak bu aslında. Zaten artık çok iyi biliyorsunuz; Metro kuru kuru koşturduğunuz düz bir aksiyon oyunu asla değil. Karakterler arası ilişkilere, ruh değişimlerine, duygusal ağırlığa önem veren bir yapım ve Exodus da bunu sonuna kadar kullanıyor kesinlikle. BU GÜL BİRAZ DİKENLİ Lakin tamamen kusursuz değil oyun ne yazık ki. Bir kere uzun yıllardır bu denli kötü bir yapay zekayı başka hiçbir oyunda görmemiş olabiliriz. Yani yapay zeka o kadar kötü ki; düşman yerine patates çuvalı koysalar benzer bir sonuç alabilirlerdi muhtemelen. Karşınızda duran 4 adet düşmana koşarak gidebilir, her birini yakın saldırı bitirme hareketi ile yok edebilir ve bu sırada tek bir çizik dahi almadan yolunuza devam edebilirsiniz. Yaratıklar bir nebze olsun daha makul hareket ediyor olsalar da, insanların beyninin radyasyon nedeniyle bu denli tükenmiş olduğunu görmek bizleri üzdü. Bir diğer can sıkıcı unsur da oyunda şifa niyetine tek bir yan görevin dahi bulunmaması. Açık dünya bir oyun yapıp, çevreyi gezinmek için oyuncuya hiçbir motivasyon sağlamamak büyük eksiklik olmuş açıkçası. Ana görevler dışında etrafta gezinmenin tek artısı eşya üretmek için daha fazla malzeme toplamak ve bazen oyunda bulunan küçük detayları etkileyen ögeler bulmaktan oluşuyor. Mesela bir düşman kulesinden bulduğunuz gitarı sonrasında tren yolculuğu sırasında oturup çalabiliyorsunuz. Ancak kesinlikle farklı hikayeler anlatan, sizi orada neler olduğunu merak ettiren yan görevlerle karşılaşmayacaksınız. Tek başına bu iki kusur oyunun genel deneyimini ciddi anlamda olumsuz etkiliyor ne yazık ki. HER ŞEYE RAĞMEN OYNANIR İlk gün yaması sonrası biraz toparlasa da oyun teknik anlamda da hala bazı kusurlar barındırıyor. Görev için hareket ettirdiğimiz bir aracın arkamızı dönünce yok olduğunu görmek bizi oldukça şaşırttı örneğin. Ancak özellikle RTX destekli bir makinede oynuyorsanız görsel anlamda fazlasıyla tatmin olacağınızı belirtelim. Ha unutmadan; Metro Exodus’u kesinlikle Rusça seslendirme ile oynayın. İngilizce oynarsanız gülmekten ne yaptığınıza konsantre olmakta zorlanabilirsiniz çünkü. DETAYLAR Eğer imkanınız varsa Metro Exodus’u kesinlikle RTX destekli bir bilgisayarda oynamanızı tavsiye ederiz. Işık yansımaları bazı noktalarda insanı resmen mest ediyor… Exodus temelde bir yol macerası aslında. Bir lokomotife atlayarak Rusya’yı boydan boya arşınlıyorsunuz. Bu yolculuk boyunca başınıza geleceklerse evinizi özlemenize neden olabilir. Oyunda iyi ve kötü son bulunuyor. Eğer daha optimist bir finale kavuşmak istiyorsanız, sivilleri ve teslim olmuş düşmanları öldürmemeye çalışmanızda fayda var. Tüm bu harika atmosfer, berbat bir yapay zeka ile topal bırakılmış ne yazık ki. Burnunun önünü dahi göremeyen, akıl fakiri düşmanlar bir noktadan sonra çok tat kaçırıyor. PUANLAMA