Ünlü seri Battlefield’ın yapımcısı DICE’ın, oyun dünyasında büyük ilgi uyandıran projesi Mirror’s Edge sonunda PC’lerimize düştü. Birinci kişi oyunlara tümden değişik bir bakış açısı getiren oyun, acaba hangi platformda daha iyi ya da söylendiği kadar iyi mi?
Yıllardır FPS oyunlarında hep silaha odaklandık. Bedenine saklandığımız karakterleri hep bir silahtan ibaret sandık. İçinde bulunduğumuz karakterle olan ilişkimiz tetik ve yön tuşlarıyla sınırlı kaldı sadece. Meğer ne kadar da yanılmışız. Mirror’s Edge’in anti-kahramanı Faith ile tanışana kadar oyunlardaki karakterlerin bir bedeni olabileceğini aklımıza bile getirmedik. Ancak artık oyundaki karakterin adımlarını, nefes alış verişini, zıplamasını, tutunmasını, kısacası tüm varlığını parmaklarımızın ucunda hissedebiliyoruz. Bedenini hissettiğimiz karakterin içinde gerçekten var olmayı hissetmek gerçekten bambaşka bir duygu. Faith’i hissetmek, dış dünya ile olan ilişkisini algılamak, sadece düz bir çizgi üzerinde gidilmediğini fark edip adımları daha sağlam atmak… İşte Mirror’s Edge’i oynamak böyle bir şey.
DAMDAKİ GÜVERCİN
Totaliter bir rejim altında mükemmel şehir hayatını yakalamaya çalışan insanların yaşadığı bir şehir Faith’in içinde bulunduğu. Sokaklarının kameralarla sürekli izlendiği, her türlü özgürlüğün kısıtlandığı ve insanların yasalarla mahkum edildiği bir şehir. Yasaların izin vermediği her türlü iş ise şehrin çatılarında sürüyor. Runner adı verilen kuryeler müthiş hızlarını, bedensel kıvraklıklarıyla birleştiriyor ve ulaşması gereken her türlü paketi anında alıcılara ulaştırıyorlar. Elbette ki polisler her an enselerinde. Ama bu işte bir gariplik var… Bu polislerin iyiden mi, yoksa kötüden mi yana oldukları belli değil. Bu nedenle Runner’larda otoriteye başkaldıran bir karakter seziliyor. Yoksa çatılarda koşturup duran kanun kaçakları sisteme başkaldıran gerillalar mı? Yapımcı firma DICE’ın, Battlefield serisinden elde ettiği ün ve EA’den elde ettiği gelirle, üzerine büyük bir risk alıp denenmemiş olanı denemeleri son derece takdire değer bir durum. Bilinen tüm kalıpları yıkıp oyun dünyasının en popüler türüne yeni bir yorum getirmeye çalışmaları ve bunu hakkını vererek yapmaları sektörde sık rastlanan bir durum değil. Mirror’s Edge’de tamamen karakterinizin beden hareketlerine odaklanıyorsunuz. Tür içindeki diğer oyunlarda odaklandığımız silah, burada kullanıp kullanmamanızın fark etmediği bir araca dönüşüyor. Sadece Faith ile bir bütün olup peşinize düşenlerden kurtulmaya ve doğru yolu en kısa sürede kat etmeye çalışıyorsunuz. Bu bağlamda kaçış sahnelerinin mükemmel planlandığını söyleyebiliriz. Çatılarda süren koşuşturma sırasında arkanıza takılmış olan polisler, peşinizden gelemedikleri yerde arkanızdan silahlarını ateşlemeleri, tepenizde dönüp duran helikopterler, helikopterlerin makineli tüfekleri, derken bir kovalamaca başlıyor ki akıllara zarar. Evet, oyun kaçmak ve bir mesafeyi en hızlı sürede kat etmekle alakalı. Bunu yaparken de etrafınızdaki engellerden faydalanıyorsunuz. Normal biri için engel teşkil edebilecek noktalar bir Runner için kaçış fırsatı oluyor. Faith’in Runner Vision adı verilen görüşü sayesinde gidebileceğiniz, kaçabileceğiniz noktalar önünüze kıpkırmızı seriliyor. Runner Vision’ın oyunun bütünlüklü tasarımına ve grafik karakteristiğine yaptığı katkıları saymıyoruz bile. Oyuna ilk başladığınız zaman kaçış yok; bol bol düşeceksiniz. Düşeceksiniz ki oyunu iyice öğrenebilesiniz. Eğer hem kendinize, hem de oyuna vakit tanırsanız Mirror’s Edge’in gerçekten eğlenceli bir oyun olduğunu keşfedeceksiniz. Hepimiz için oldukça yeni olan kontroller oyunun PC versiyonunda konsol versiyonuna göre daha verimli çalışıyor. Oyunda önemli olan seri ve hızlı bir şekilde ilerleyebilmek; şayet tüm engelleri başarılı bir şekilde aşabilirseniz Faith müthiş bir hız yakalıyor ve etraf Blur efektiyle kaplanıyor. Mirror’s Edge gerek karakterini hissettirmesiyle, gerekse de görsel karakteriyle hız hissiyatını en iyi şekilde veren bir oyun.
KOŞMAK YETMEZ
Oyun zor. Hatta zaman zaman öyle zor oluyor ki kapatıp bir daha açmamak istiyorsunuz. Ama yılmayın ve sabredin. Zira Mirror’s Edge’in en büyük keyfi zor olanı başarmakta yatıyor. İnanın Faith ile atlamak, zıplamak, kaçmak, koşmak, bu maceraya onunla atılmak bambaşka bir tecrübe. Yerimiz daha fazla olsa Faith’den ve onun son zamanlarda oyun dünyasına gelmiş en ilgi çekici ve tam anlamıyla çekici bir karakter olduğundan bahsetmek isterdim. Ama siz ne yapın biliyor musunuz? Faith’i benim aciz sözcüklerimle tanımak yerine kapın bir Mirror’s Edge DVD’si ve onu doyasıya yaşayın. Mirror’s Edge’in o denli ince bir üslupla tasarlanmış bir dünyası var ki, Faith’i içinde koşturduğunuz şehir bambaşka şekillerde görünüyor gözünüze. Oyunun tasarım seçimini tanımlamamız gerekirse, kullanabileceğimiz en uygun sözcük ‘minimal’ olurdu. Oyunun karakterlerine, ara sahnelerine ve genel grafik / tasarım karakterine yansıyan renk paleti seçimleri ve işleniş gayet basit tutulmuş. Bu sayede sıradanlık terk edilmiş ve yerine gayet zengin bir dünya gelmiş.
MİNİMAL TAVIRLAR
Oyunun son derece ilgi çekici bir ana senaryosu bulunuyor. Oynarken birkaç kez “Hadi canım bu kadar da olamaz,” dediğimi hatırlıyorum. Karakterlerin işlenişi ve senaryonun aktarımı üst düzeyde. Sadece ana karakterler değil, yan karakterler de gayet incelikli bir şekilde işlenmişler. Oyunda ana senaryo dışında bir de ‘yarış modu’ bulunuyor. Bu seçenekte online ya da LAN üzerinden arkadaşlarınızla bir noktadan diğerine en kısa sürede gitmeye çalışıyorsunuz. Mirror’s Edge’in oyun seçenekleri de diğer FPS’lerden değişik ve oyunun genel karakteristiğini oldukça iyi yansıtıyor.
YAKLAŞIN
Oyunun lisanslı paketinin içinde oyunun orijinal müzik albümü de bulunuyor. Son paragrafımı ise Lisa Miskovsky’ye ve oyunun ana müziği olan Still Alive’a ayırmak istiyorum. Sanıyorum ki bir oyunun genel tasarımına, senaryosuna ve karakter işlenişine hiçbir parça bu kadar oturamazdı. Miskovsky, her “Still Alive” dediği zaman tüylerim diken diken oldu ve Faith’in şehrinin o buz gibi renklerini hissettim; her seferinde yüksekliği hissettim bedenimin altında. Ve her seferinde Faith ile elele verip rüzgara karşı durdum. Bu oyunun başkalığı, biraz da tonlarında yatıyor. Faith’in gözlerinin içine bakın ve sakın yükseklikten korkmayın!
ZOR
Oyun ilk başta hepimize oldukça zor geldi. Hareketlerin zamanlamasını tutturabilmeniz için kendinize biraz zaman tanıyın. Şayet oyunda düşmekten sıkılır ve oynamayı bırakırsanız çok şey kaybedersiniz.
KOLAY
Runner Vision, olayı biraz daha kolay bir hale getiriyor. Faith’in içgüdüsel olarak gördüğü kırmızı yerlerden giderseniz yolunuzdan şaşmayacaksınızdır ama buraları tutturmak o kadar da kolay değil.
ZOR
Oyunun başlarında polisler sizi oldukça zorlayacaklar. Silahlı ve zırhlı adamlara karşı durabilmek epeyce yetenek gerektiriyor. Zaman zaman onlardan kaçmanız da işe yaramayacaktır.
KOLAY
Kalıp savaşmanız gerektiği durumlarda polislerin ellerinden silahlarını almak düşündüğünüz kadar zor değil. Dikkatle düşmanınızın ellerini seyredin. Rengi değiştiği anda hamlenizi yapın ve silahını kapın.
ÇOK ZOR ÇOK
Helikopterlerden kaçmak belki de sizi en çok zorlayacak olan şey. Bir şekilde tepenizde uçup duran metal bir kütleden kaçmaya çalışmak hem dengenizi bozuyor, hem de kararlılığınızı azaltıyor.
YAPIMCI
DICE
DAĞITICI
EA
OYNANABİLİRLİK
-4YILDIZ-
GRAFİK
-5YILDIZ-
EĞLENCE
-4YILDIZ-
MÜZİK
-5YILDIZ-
PLATFORM
PC, PS3, XBOX 360