HERKESE ÖZEL HAYAT
Ancak bu durumun getirdiği daha büyük sorumluluklar da
vardı haliyle. Bağımsız yapımcıların ellerinden çıkma oyunlar, geneli memnun etme derdi gütmez çoğunlukla. Hayallerindeki oyunu yapabilmeyi amaçlayan bu küçük yapımcılar, aynı hayali kendileriyle birlikte paylaşan insanların varlığıyla -sayıları ne olursa olsun- mutlu olur. Kimileri beklentilerin çok üzerinde başarılar elde eder ancak genellikle amaç bu değildir aslında. Çünkü hiçbiri büyük reklam kampanyaları ile desteklenmez. Enteresan fikirler, yaratıcı düşünceler ve samimiyet bu noktada kendini pazarlar. Kickstarter ve Steam Greenlight gibi kampanyalarla desteklendiğinizde ise ister istemez bir beklenti oluşur oyuncular arasında.
Daha yapım sürecinin başındayken verilmesi gereken vaatler olur ve insanlar bu vaatlerin karşılığını almak ister. İşte bu yüzden Monochroma yapımın gerçekleşmesi için desteği almış olsa da oluşan beklentileri karşılamak gibi bir sorumluluğun da altına girmek durumunda kalmıştı. Artık sadece ülkemizde yapılan en iyi oyunu beklemiyorduk, dünya çapında konuşulması beklenen bir yapım olması gerekiyordu oyunun. En azından Mount&Blade etkisini yaratabilmeliydi. Şu an itibarıyla görüyoruz ki en azından bu hedef tutturulmuş durumda.
Oyun hakkında dünya genelinde iyi ve kötü arasında gidip gelen bir yorum çeşitliliği var ama önemli olan şu: Monochroma adından söz ettirmeyi fazlasıyla başardı. Olumsuz düşüncelerin olması oldukça normal, sonuçta bir firmanın ilk oyunundan söz ediyoruz burada. Nowhere Studios, tecrübeyle ve eldeki imkanlar geliştikçe çok daha iyilerini ortaya koyabileceğini herkese ispat etmiş oldu. Ama biz şimdi Monochroma’ya geri dönelim.
1950’lerin distopik dünyasında geçen oyun, iki kardeşin hikayesine odaklanıyor. Ürettiği robotları tüm şehre satan ve bu sayede büyük paralar kazanan dev bir şirketin yarattığı çöküntüyle karşı karşıya kalıyoruz Monochroma’da. Ancak yaşananların ne olduğunu öyle kolayca anlamak mümkün değil. Çünkü ne bir anlatıcı, ne seslendirme ne de yazı tabanlı bir açıklama yer alıyor oyunda. Sadece kendi halinde iki çocuğun yolculuğunu ve bu yolculuk sırasında karşılaştıklarını deneyimliyoruz. Ancak oyunun sanat kullanımı ve görsel detayları o kadar başarılı ki, hikaye bir anlatıcıya ihtiyaç duymaksızın kendisini katman katman gözler önüne seriyor.
Oldukça sakin başlıyor oyun aslında. Bir park alanında koşturan iki kardeş, büyük resmin farkında olmaksızın eğlenmelerine bakıyor. Ancak talihsiz bir olay yaşanıyor ve küçük kardeş düşerek bacağını sakatlıyor. Bu noktadan itibaren ağabey, yani biz, bir saniye olsun geriye bakmadan kardeşimizi sırtlayıp yolumuza devam etmeye çalışıyoruz. Çocukça bir eğlence arayışı olarak başlayan yolculuk, karanlık bir distopyaya doğru usul usul evrim geçiriyor. Ve oyun bunu bize direkt olarak söylemiyor ancak bir çocuğun nasıl kısa bir zamanda olgunlaşmak zorunda kaldığını gözlemliyoruz.
► GİRİŞ
► 1950 DİSTOPYASI
► BÜYÜDÜKÇE KİRLENEN DÜNYA
► DETAYLAR
► PUANLAMA