Masalsı oyunlar karşımıza çok fazla çıkmıyor. Son dönemin en masalsı öyküsü The Legend of Zelda: Breath of the WIld ise NIntendo SwItch oyunu olduğu için çoğu insan tarafından ıskalandı. Ama şimdi NI no KunI II ile birlikte, herkes en az onun kadar masalsı bir dünyanın içinde kaybolma fırsatı yakalıyor. İlk Ni no Kuni’yi oynayabilmiş şanslı azınlığa dahilseniz, karşımızda ne denli çekici bir dünyanın olduğunu zaten biliyorsunuz demektir. O dönem, yapımcı koltuğunda Professor Layton ve Inazuma Eleven serilerinden tanıdığımız harika firma Level-5 olduğu için çok iyi bir oyun geleceğini az çok tahmin edebilmiştik. Ancak bir de bunun üstüne oyunun görsellerini ve animasyonlarını, dünyanın en muazzam animasyon stüdyolarından biri olan Studio Ghibli’nin hazırlayacağı söylenince beklentiler tavana ulaşmıştı. Oyun bu beklentilerin tamamını karşılayamamıştı belki ama yine de oldukça kaliteliydi. Özellikle Ghibli imzalı görseller emsallerinin çok ötesinde bir sanatsallık içeriyordu. Bu sayede yalnızca JRPG sevenlerin değil, türe uzak kitlelerin de ilgisini çekmeyi başarmıştı. Şimdi karşımızda bu destansı dünyada geçen yepyeni bir öykü var ve bizim her parçasını keşfetmemizi bekliyor… KRALIMIZ ÇOK YAŞA! İlk oyun ile ikincisi arasındaki en belirgin fark, ana karakter ve onun motivasyonları üzerinde kendisini gösteriyor. Birinci oyunun kahramanı Oliver, ölen annesini yeniden hayata döndürebilmek ümidiyle farklı bir dünyaya yolculuğa çıkıyordu. Oldukça karakter odaklı, bireysel ve duygu yoğunluğu yüksek bir hikayeydi. Revenant Kingdom ise bundan son derece zıt bir noktada duruyor. Buradaki kahramanımız Evan Pettiwhisker Tildrum, Ding Dong Dell krallığında bir prens. Kendisinin kral olması için gerçekleşen taç giyme töreni sırasında bir darbe yaşanıyor ve tahttan zorla indiriliyor. Şimdi klasik bir hikayede Evan’ın krallığını yeniden alabilmek için girişeceği intikam hikayesi anlatılır öyle değil mi? Lakin bu bir masal ve olaylar bu şekilde gelişmiyor. Evan, herkesin huzur içinde yaşadığı ve yalnızca barışın hüküm sürdüğü bir dünya hayal ediyor. Bu nedenle krallığını zor kullanarak geri alma fikri dahi ona yanlış geliyor. O da bambaşka bir yerde yeni bir krallığı sıfırdan kurarak, hayallerindeki dünyayı hayata geçirebilmek adına yola çıkıyor. Bu yolculuk sırasında da zulüm gören ve baskı altında yaşayan herkesi yanına alarak krallığında kucak açmayı arzu ediyor. Görebileceğiniz gibi Revenant Kingdom’ın hikayesi bireysellikten öte, büyük büyük cümleler kuran ve geneli ilgilendiren bir yapıya sahip. Kahramanımız kendisi için değil, başkaları için fedakarlıklarda bulunan tarzda bir kral. Ve bu değişim yalnızca oyunun hikayesini etkilemekle kalmıyor, oynanışta da değişiklikler yaşanmasına sebep oluyor. Hatırlayacağınız üzere ilk oyunda Oliver, Pokemon benzeri yaratıkları yakalayarak savaşlara onlar aracılığı ile giriyordu. Çünkü o onun hikayesiydi ve başkalarına yer yoktu. Buranın doğası gereği Evan’ın dostları, yol arkadaşları ve hatta akıl hocaları bulunuyor. Bu da savaş sisteminde değişikliğe gidilmesine neden olmuş. AKICI DÖVÜŞ SİSTEMİ Bu kez bizim yerimize yaratıklar değil, direkt olarak biz savaşıyoruz. 3 kişiden oluşan gruplar halinde girdiğimiz savaşlar, son derece hızlı ve efektif bir şekilde icra ediliyor. JRPG’lerin karışık dövüş sistemleri burada kendisini göstermiyor. Her karakterin sahip olduğu hafif ve sert saldırılar üzerinden, akıcı bir şekilde yapmak istediklerinizi hayata geçiriyorsunuz. Gerçek zamanlı olarak hayat bulan savaşlarda karakterlerinizin sahip olduğu silahlar, büyüler ve eşyalar arasından tercihlerinize göre seçim yapabiliyorsunuz. Yalnızca eşya seçerken duran dövüşler, bunun dışında resmen yağ gibi akıyor. Evet belki artık bizim yerimize savaşan yaratıklarımız yok ama burada da Higgledies’lerimiz var. Bu küçük arkadaşlarımız savaşta yanımızda oluyor ve direkt olarak savaşa dahil olmasalar da, belirli anlarda canımızı tazeleyerek veya atak gücümüzü artırarak bize destek sağlıyor. Dövüşler son derece basit dinamiklere sahip olmakla birlikte, başarılı olmak için oldukça akıcı ve hızlı olmak gerektiğinden sisteme tam olarak hakim olabilmeniz birkaç saati bulabiliyor. Sonrasında ise düşünme sırası düşmanlarınıza geçiyor… YEPYENİ BİR YUVA Her ne kadar savaşlar oyunda önemli bir yer kaplıyor olsalar da, oyunun asıl ön plana çıktığı yer krallık inşası kısmı oluyor. Hiçbir şeyin bulunmadığı çorak bir araziye, geleceğin parlak ve gösterişli krallığını kendi kan, ter ve gözyaşınızla inşa ediyorsunuz. Yolculuğunuz boyunca bu araziye yeni binalar, yerleşkeler ve yaşam alanları dikiyorsunuz. Siz ihtiyacınız olan yapıları diktikçe, bu yapıların içine de krallığınızın gelişmesine yardımcı olacak insanlar toplanmaya başlıyor. Zaman ilerledikçe silahlarınız için demircileriniz, tarlalarınız için çiftçileriniz, okullarınız için hocalarınız ve bunun gibi sosyal hayatın gerekliliği olan hemen herkes huzurlu yuvanızda kendisini gösteriyor. Ancak elbette durum; “Ben binaları yaptım, insanlar gelsin” şeklinde cereyan etmiyor. Krallığınızda yer alacak insanları gidip dışarıdan toplamaları ve onları içinde bulundukları sıkıntılardan kurtarmalısınız. Bu da bol bol yan görev yapacağınız anlamına geliyor. Ne yazık ki oyunun en başarısız kısmı da burası olmuş. Bu yan görevler çoğunlukla şunu getir, bunu getir minvalinde olduğundan bir yerden sonra inanılmaz sıkıcı bir hale geliyor. Krallığı inşa etmek ne kadar keyifli olduysa, içine insan doldurmak da bir o kadar keyifsiz olmuş anlayacağınız. ADETA BİR ANİME Ne yazık ki bu kez Studio Ghibli oyunun yapımına dahil olmuş değil. Ancak stüdyo olarak resmi bir şekilde projenin bir parçası olmasalar da, önemli ve tecrübeli isimleri yapım sürecine destek olmuş. Özellikle ilk oyunda çalışan bazı isimler son derece kritik katkılarda bulunmuş. Oyunun görsellerine ve animasyonlarına baktığımızda, bu desteğin yeterli düzeyde olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. En az ilk oyundaki kadar masalsı ve sanatsal bir dünya yaratılmış burada da. Ancak bu büyülü dünyanın var olmasında çok daha kritik bir rol oynayan başka bir ismin burada da kendisini göstermesi içimizi rahatlatan asıl unsur oldu. Hayao Miyazaki imzalı filmlerde de imzası bulunan ve ilk oyunun müziklerini de hayata geçiren usta besteci Joe Hisaishi, bu oyunun da soundtrack’ini hazırlamış ve yine harika bir iş ortaya koymuş. Yeni neslin de gücünü arkasına almasıyla birlikte, sanki bir animenin içindeymişiz hissini en sağlam veren oyunun Ni no Kuni II: Revenant Kingdom olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Lakin İngilizce seslendirmeleri biz pek beğenmedik, oyunun ruhunu bayağı bir baltalamışlar. Zaten bu tarz yapımları Japonca seslendirme ile oynamak her zaman daha keyifli oluyor düşüncesindeyiz. BU KEZ KAÇIRMAYIN Oyunda bir de üzerinde durmayı çok gerekli görmediğimiz bir strateji tabanlı ordu savaşları mekaniği var lakin hem albenisi pek yüksek değil, hem de çok sık karşımıza çıkmıyor zaten. Bu oyunu oynayacaksanız atmosferi, büyülü dünyası, birbirinden çekici karakterleri, sıfırdan yaratacağınız krallığı, eşsiz görselliği ve müzikleri için oynamalısınız. Ki zaten tüm bu saydıklarımız bir oyunu oynanabilir kılmak için fazlasıyla yeterli sanıyoruz ki… DETAYLAR Halkını seven ve ne yapıyorsa onların huzuru için yapan bir kral zor bulunur. Evan kendi topraklarından sürülmek zorunda kalsa bile, bambaşka bir yerde hayalini gerçekleştiriyor… İlk oyunun aksine bu kez savaşlarda direkt olarak biz yer alıyoruz. Gerçek zamanlı olarak işleyen dövüşler oldukça hızlı ve akıcı. Ustalaştıktan sonra rahatlıkla üstesinden geliyorsunuz. Krallık inşa modu gayet basit ve anlaşılır tutulmuş. Bir Sim City performansı beklememek lazım elbette ancak hiç de fena olmayan detaylara sahip olduğunu da belirtelim. Oyunda ordu savaşları diyebileceğimiz bir de Skirmish kısmı yer alıyor ki bizce biraz vasat olmuş. Özellikle üstten kullanılan kamera açısı burada anime ruhuna pek yakışmıyor… PUANLAMA