No Man’s Sky incelemesi

14 Eylül 2016 09:00

HAYALLER VE HAYATLAR

No Man’s Sky’ın yapımcısı Hello Games bundan yıllar sonra nasıl hatırlanacak kestirmek gerçekten güç. Bağımsız bir ekip olmasına rağmen bu denli büyük bir oyunu hayal edebilmiş ve yaratıcılığını yansıtmış bir firma olarak mı anılacaklar, yoksa pazarlama süreci boyunca oyuncuları kandırmış, vadettiği ile sunduğu arasında uçurumlar olan bir firma olarak mı; bunu zaman gösterecek. Tek bildiğimiz, bizim beklediğimiz No Man’s Sky’ın kesinlikle bu olmadığı. Ne yazık ki bu beklentiye sahip olmak bizim suçumuz değil. Anlatılanlar, gösterilenler, “olacak” denilenler ne ise, biz de onu bekledik haliyle. Ancak nasıl da yanılmışız…

Eğer oyunu hala oynamadıysanız ve bugüne dek oyunla ilgili pek çok tanıtım materyaline denk geldiyseniz, oyuna sahip olduğunuzda bunların neredeyse hiçbirine sahip olamayacağınızı üzülerek söylememiz gerekiyor. Evet, gerçekten de ortada rastgele bir şekilde yaratılan 18 kentilyon gezegen bulunmakta (Yani herhalde vardır, hepsini gidip görmeye insan ömrü yetmiyor). Gerçekten de başka pek çok oyun için uzun sayılabilecek oyun süreleri sunan oyunda, kendinizi görsel anlamda birbirinden tamamen farklı gezegenlerde adım atarken buluyorsunuz. Gerçekten de bu gezegenlerde keşfedilmeyi bekleyen envai çeşit yaratık ve bitki bulunuyor. Tüm bunların keşif süreci bile tek başına No Man’s Sky’ı harika yapmak için yeterli biliyoruz. Ancak gerçeğin karanlık yüzü kendini gösterdiğinde aslında Truman Show misali bir yalanın içerisinde nefes alıp vermekte olduğunuzu anlıyorsunuz. Çünkü tüm bu farklılıkların, çeşitliliklerin ve keşfedilmeyi bekleyen ögelerin kozmetik güzellemelerden öteye gidemediğini anlıyorsunuz. Tamamen buzul olan bir gezegenden çıkıp da, kum fırtınalarıyla kaplı çorak bir gezegene geçiş yaptığınızda hayata geçirdiğiniz her eylemin birbirini taklit eden tekrarlar olduğunu görüp hüzünleniyorsunuz. Kısacası No Man’s Sky; sizi devasa bir çölün ortasına atıp, eve yalnızca bir avuç kumla dönmenizi sağlıyor.
BAŞLADIĞINI BİTİREMEMEK

Oysaki oyunun o kadar muazzam bir başlangıcı var ki… İddia ediyoruz; No Man’s Sky’ın başlangıç sekansı ve ilk birkaç saati hayatınızda deneyimlediğiniz en iyi oyun tecrübelerinden biri olacak. Kendinizi, neresi olduğu hakkında ufacık bir bilginizin dahi olmadığı bir gezegende, yanı başınızda arızalı bir şekilde yatmakta olan uzay geminizle baş başa buluyorsunuz. Nasıl bir gezegende olacağınız tamamen şansınıza kalmış. Radyoaktif etkiyle mücadele etmek zorunda kalacağınız dağlık bir gezegen de olabilir, uçsuz bucaksız bitkilerin arasında koşturacağınız cennetten bir köşe de… İşte bu bilinmezliğin ortasında, bazı cevaplar bulabilmek adına yabancı bir gezegende yürümeye başladığınızda tarifsiz bir lezzet çalınıyor damağınıza. Uzak köşede zıplamakta olan yaratıklar ilişiyor önce gözünüze, ardından işleyerek sahip olabileceğiniz onlarca maden seçeneği. Her bir tepenin ardında ne olduğunun merakıyla bir adım daha fazla atmak istiyorsunuz.

Saatler saatleri kovalıyor bu süre içinde. Bir noktada kafanızı kaldırıp yukarı bakıyorsunuz ve kendi halinde takılmakta olan başka bir gezegenin varlığını fark ediyorsunuz. Sizi çoktan sarmış olan keşif tutkusu yerinizde durmanıza izin vermiyor ve derhal uzay geminize atlayıp, yabancı bir gezegenden bir başka yabancı gezegene doğru yola çıkıyorsunuz. Bu iki gezegen arasında geçen süre, gözlerinizi yaşartacak kadar mutlu ediyor sizi.

Sayfa: 1 2 3 4 5 6

Paylaş