Her sene göz kamaştıran büyük yapımların arasında bir tane ufaklık kendisini öne çıkarıp onur ödülünün sahibi olur. Ori and The Blind Forest, Journey, Rayman Legends gibi yapımların 2015 yılındaki dostu oluyor. Bu kadar “güzel” görünen bir oyunla uzun zamandır karşılaşmamıştık Sayfalarca diyalog içermesine rağmen hiçbir şey anlatmayan onca oyunun arasında, üç beş kelime ile dünyaları önümüze seren yapımlar sizin de kalbinizi fethetmiyor mu? Shadow of the Colossus veya Okami’yi düşünün… Kelimelere ihtiyaç duymadan, tamamen görsel anlatım ve müzikleriyle bam telimize nasıl da dokunmuşlardı. İşte Ori and the Blind Forest lezzet olarak bu minvalde ilerleyen bir yapım. Ne çok derin bir öyküsü ne de karizmatik ses tonuna sahip bir anlatıcısı var. Doğanın bizzat kendi öyküsü, olabilecek en naif haliyle gözler önüne seriliyor. Oyunun açılış sahnesini izledikten sonra ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız. Oyun, bugüne kadar gördüğünüz en vurucu, en hüzünlü girişlerden birisine sahip. Başlangıçta yakalanan bu hava, oyunda ilerlediğimiz süre boyunca derinleşerek devam ediyor ve küçük karakterimiz Ori’nin öyküsünü zihnimize rahatlıkla kazımayı başarıyor. HÜZÜNLÜ BİR ÖYKÜ Pek çok öyküde ve hatta inanışta kendisine yer bulan Ruh Ağacı konsepti burada da karşımıza çıkıyor. Öykünün geçtiği ormana hayat veren bu Ruh Ağacı’nın bir parçası olan Ori, günün birinde ağaçtan koparak uzaklara sürükleniyor. Lemur desen lemur değil, kedi desen kedi değil, ikisinin ortası bir görünüme sahip olan Ori, çok geçmeden kendisine yeni bir aile ve mutluluk buluyor. Ancak şanssızlıklar ufaklığın peşini bırakmıyor ve kendisini yine bir ayrılığın yamacında buluyor. Hem baba figürünü hem de anne figürünü kaybeden karakterimiz tükenmiş bir vaziyetteyken bu kez de karşısına Sein çıkıveriyor. Parlak bir ışık topu gibi görünen bu ruh parçacığı, Ori’ye yolculuğu boyunca eşlik ederek ormanın eski haline dönmesine yardımcı oluyor. Doğayı dengede tutan üç elementin çalınması sebebiyle düzeni bozulan ortamın toparlanması yolcuğumuzun asıl sebebini oluşturuyor. Baktığımız zaman Ori and The Blind Forest, çok derin bir hikayeye sahip olmamasına rağmen anlatım şekliyle fark yaratan bir yapım. Üstelik bu hikaye örgüsünün oynanışa da direkt olarak etkisi bulunuyor. Örneğin oyunun başlangıcında kirli olduğundan içine düştüğümüzde ölmemize sebep olan sular, su elementini kurtardıktan sonra içinde yüzülebilir bir berraklığa kavuşuyor. Bu sayede hem ölüm tehlikesini bertaraf ederken, hem de suların altında yer alan gizli bölgelere ulaşabilir hale geliyoruz. Ori and The Blind Forest’ın işleyiş mekaniği tamamen bu mantığa dayanıyor aslında. Karşımıza çıkan pek çok bölge ilk etapta ulaşılamaz iken gelişen olaylar ve kazandığımız özelliklerle beraber geri dönüp buraları keşfedebiliyoruz. Zaten yapımcılar geçmişin Metroid yapımlarını andıran bu sistemi kullandıklarını da saklamıyor. Oyun genel anlamda pek çok yapıma saygı duruşu niteliği taşıyor diyebiliriz. Oyunculuğun geçmişine tanıklık etmiş olanlar, Metroid’in oyun içi dinamiklerini hatırlayacaktır. Karakterimiz gitmesi gereken yol üzerinde ilerlerken karşısına farklı yollar, kapılar, geçitler çıkar ancak bunları aşamaz. Ya elinde gerekli anahtar yoktur ya da fazla yüksektedir ulaşamıyordur. Bulunduğu noktadaki diğer yollara ilerleyebilmek için önce önündeki güzergahı izlemeli ve sonra oraya geri dönmelidir. Ori and The Blind Forest da tam olarak bunu yapıyor. Oyunun hatırı sayılır derecede büyük bir haritası var ancak tüm bölgelere ulaşmak sizin sabrınıza ve araştırmacı kişiliğinize kalmış bir durum. Finale gidiş yolunda her bölgeyi yüzde 100 tamamlama zorunluluğunuz bulunmuyor. Ancak eğer böyle bir isteğiniz varsa, oyunun sonlarına doğru kazandığınız bir özellikle haritanın başındaki bir bölgeye ulaşabileceğinizi bilmeniz lazım. Bin bir zorlukla aştığınız onca yolu geri dönmeyi göze alabilecek misiniz? Oyunda bir hızlı ulaşım özelliği de bulunmadığı dikkate alındığında geri dönme kararının ne kadar çetrefilli olabileceğini varın siz düşünün. Canınızı sıkma ihtimali olan tek özellik oyunun zorluğu. MASUM GÖRÜNDÜĞÜNE BAKMAYIN Ekran görüntülerine bakıp oldukça kolay bir oyunla karşılaşacağınızı düşünüyorsanız büyük bir yanılgı içinde olduğunuzu bilmeniz lazım. Ori and The Blind Forest türün doğası gereği zor bir oyun, hatta örneklerinden biraz daha zor olduğunu bile söyleyebiliriz. Öyle ki ana ekranda kaç kez öldüğünüzü gösteren bir sayaç bile bulunuyor. Oyunun zor olmasına neden olan birkaç önemli etmen var. Bunlardan ilki, pek çok platform oyununda gördüğümüz farklı mekaniklerin parça parça da olsa oyunda kendine yer buluyor olması. Zamanlaması doğru yapılması gereken zor sıçrayışlar, duvardan duvara tırmanmalar, havada süzülmeler, yer çekimi değişmesi derken alışılması ve peş peşe denk getirilmesi gereken çok fazla eylem var. Bunlara tam anlamıyla hakim olmak her oyuncunun kolaylıkla yapabileceği bir şey değil. Bunun yanında oyundaki kayıt sistemi de işinizi pek kolaylaştırmıyor. İstediğiniz yerde kayıt alma şansınız var ancak bunun için etraftaki enerji kürelerinden toplamanız lazım. Eğer enerji küreniz varsa kayıt yapabilirsiniz, yoksa bulana kadar ölmemeye bakın deriz. Fakat oyunun genel zorluğunu bir eksi olarak gördüğümüzü söyleyemeyiz. Aksine bu durum, oyunu daha eğlenceli ve ödüllendirici kılan bir unsur olmuş. Biraz sabır sahibi olmak gerekiyor hepsi o kadar… ZAYIF NOKTAMIZDAN VURDU Ori and The Blind Forest’ın karşısına geçtiğinizde nefesinizi kesecek ilk unsur ise kesinlikle grafikleri olacak. “Tablodan fırlamış gibi”, “Sanat eseri tadında” gibi ifadeleri başka oyunlar için de kullandık ama Ori and The Blind Forest çıtayı biraz daha yukarılara taşıyor. Yapımcı ekip görsel tat olarak Miyazaki filmlerini örnek almış ki daha iyisi düşünülemezdi. Pek çok yapım görselliğe kasıp diğer kısımları unuturken yapımcı Moon Studıos bunu yapmamış ve müziklerde de aynı kaliteyi yakalamayı amaçlamış. Orkestra tarafından hazırlanan müzikler hem dinlendirici, hem heyecanlandırıcı hem de gerektiği yerde hüzünlendirici etki yaratıyor. Başta belirttiğimiz kelime kullanmadan başarılı hikaye aktarımı gerçekleştirmenin temelinde de bunlar yatıyor zaten. Bu noktada da The Lion King ve The Iron Giant’ı kendilerine rol model seçen yapımcılar, oyuncuları nereden yakalayacakları konusunda derslerine iyi çalışmış görünüyor. Böylesine hızlı bir ritmi olan oyunda bu denli yoğun bir duygu bütünlüğünü yakalamak, ilk oyununu ortaya koyan bir firma için oldukça önemli bir başarı olarak değerlendirilmeli. EL EMEĞİ GÖZ NURU Yazıyı tamamlamadan önce yapımcı ekibin üzerine çok uğraştığı bir detaya mutlaka değinmek gerekiyor. Oyunda pek çok farklı temaya sahip bölgeye gidiyorsunuz ve arka planlar da buna göre değişiyor. İşin güzel yanı ise, gördüğünüz bir ağacı, bir dalı ve hatta bir mantarı oyunun başka bir yerinde görme ihtimaliniz bulunmuyor. Haritanın her noktası tek tek elle çizilmiş ve asla kendisini tekrar etmiyor. Ori and The Blind Forest üzerine bu derece emek verilen bir yapım işte ve rahatlıkla bu senenin en iyi oyunlarından birisi olduğunu söyleyebiliriz. DETAYLAR Oyunun görsel anlamda ne kadar güzel olduğunu anlayabilmek için detayları da incelemek gerekiyor. En küçük parçaya kadar her şey büyük bir titizlikle hazırlanmış. Burası yazıda bahsetmiş olduğumuz pek çok mekaniğin kullanıldığı bölümlerden birisi. Kaotik yapıdan nasıl bir mücadele barındırdığını tahmin edebilirsiniz. Oyunun zor olduğunu zaten söylemiştik. Ancak bu bölüm zorluk anlamında pik yapıyor. Burada isyan edip oyunu bırakmazsanız sonunu getirirsiniz zaten. İşte yapımın o büyük haritası. Aynı bölgelere tekrar dönmek zorunda kaldığınız düşünülünce bu büyüklük ikiye hatta üçe de katlanıyor. Fazlasıyla tatmin edici… PUANLAMA