Outlast 2 incelemesi
İnternet yayıncılarının oyun sektörüne ne denli büyük bir katkı yaptığının en dikkat çekici örneklerinden biri olan Outlast’in yeni oyunu bizlerle. Tıpkı ilk oyunda olduğu gibi, tepeden tırnağa “yayıncı bağırtmak” için tasarlanmış bu oyunu bu sefer izlemesi bile keyifli değil
İlk Outlast 2013 yılında çıktığında oldukça beğenilmişti. Ancak ilginç bir şekilde bu beğeni “genel anlamda” eleştirmenlerden değil, oyunculardan gelmişti. Oynayıp seveni de oldu muhakkak ancak dönüp baktığımızda, Outlast’in haddinden fazla adından söz ettirmiş olmasını yayıncı-seyirci ilişkisi ile bağdaştırmanın çok yanlış olmadığını görüyoruz. Sahip olduğu sayısız jumpscare sayesinde yayıncılar minik çocuklar gibi çığlıklar attı, izleyenler ihya oldu, yayıncılar seyirci sayısını katladı.
Aslında Outlast oldukça ortalama bir korku oyunuydu, kötü değildi ama iyi demek de türün öncülerine hakaret olurdu. Fazlasıyla klişe ve ilgi çekmekten uzak bir hikaye, kendini sürekli olarak tekrarlayan oynanış ve bir noktadan sonra baş gösteren tahmin edilebilirlik nedeniyle çuvalladığı çok nokta vardı. Ancak bağımsız bir yapımcının ellerinden çıkmıştı ve oyunun atmosferi de hiç fena değildi. Bu sebeple gönüllerde ayrı bir noktada durabilirdi ama hayır, biz onu alıp baştacı yapmayı seçtik. Bunun sonucu olarak da karşımıza bu ne olduğu belirsiz saçmalık çıktı.