Oyun yapımcıları eski oyunları isim eklerini atıp, orijinal isimle yeniden karşımıza çıkarmaya devam ediyor. Need for Speed ve Doom gibi örneklerin yanına şimdi de Prey katıldı. Yakında hangi oyundan bahsettiğimizi açıklamak, oyunun kendisini açıklamaktan daha zor bir hal alacak. Firmaların sahip olduğu isim mülkiyet haklarından kolay kolay kopamadıkları aşikar. Yıllar içinde yorulmuş, kendini tekrar etmeye başlamış, başarı grafiği düşmüş bazı serilerin, orijinal isimle baştan yaratıldığını çok defa gördük. Tomb Raider’ın neredeyse tükenmiş popülerliğinin tek bir yeniden yapımla nasıl eski kıvamına döndürüldüğünü hepimiz hatırlıyoruz. Prey için de benzer bir durum söz konusu ancak bu duruma sebep olan tetikleyiciler bizler için biraz alışılmışın dışında. Şu an karşınızda olan Prey’in, 2006 yılında piyasaya sürülmüş olan Prey ile isim benzerliği dışında hiçbir ortak noktası olmamasına rağmen, ikisi aslında aynı oyun. Orijinal fikrin mülkiyet haklarının Bethesda’ya geçmesinin ardından, uzun yıllardır yapımı devam eden Prey 2 projesi sonlandırılmış ve oyun Dishonored serisinden aşina olduğumuz Arkane Studios’a teslim edilmişti. Bunun neticesinde de firma; “Orijinal fikri yeniden yorumlama” düsturuyla Prey’i baştan yapma kararı aldı. DEVAMI ▼ UZAYI FAZLA KURCALAMAYACAKSIN Eğer oyunun ismiyle ilgili kafa karışıklığınızı bir nebze ortadan kaldırabildiysek, artık yapımın kendisine geçiş yapabiliriz. Oyunumuz alternatif bir zaman akışını konu ediniyor. Bu zaman düzleminde John F. Kennedy suikast girişiminden kurtuluyor ve kendisine bahşedilen ikinci şansla birlikte bir aydınlanma yaşayarak uzay projelerine tam destek kararı alıyor. Uzayda bizden başka canlı var mı diye fazla kurcaladıkları için bir noktada uzaylı kardeşlerimiz sinirleniyor ve toplanıp Dünya’ya bir saldırı düzenliyor. O kadar alternatif bir gerçeklik ki Amerika ve Sovyetler Birliği el ele veriyor ve uzaylıların üstesinden geliyor. Birlikte “Kletka” isimli uzay istasyonunu kurarak bu uzaylıları oraya hapsediyorlar (Ancak istasyonu Ay’ın yörüngesine koyuyorlar ki bir sorun olursa gelip yeniden canımıza okuyabilsinler). Bu arada elbette uzaylılar üzerinde deneydir, araştırmadır bilimum tahrik edici harekete girişmekten de geri kalmıyorlar. Haliyle 1980 yılında “Pobeg Olayı” ismi verilen durum yaşanıyor ve uzaylılar isyan ederek istasyondaki bilim adamlarını hacamat ediyor (Araya eğlenceli bir bilgi sıkıştıralım; Rusya’da Pobeg isimli bir “Prison Break” dizi uyarlaması yayınlandı). Bunun üzerine; “Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey” diyen Birleşmiş Milletler, istasyonu içindeki uzaylılarla birlikte kendi haline bırakıyor. Aradan 45 yıl geçiyor, TranStar isimli bir şirket istasyonu satın alıyor, ismini Talos I olarak revize ediyor, gidiyor araştırmalara tekrar başlıyor ve nörobilim alanında önemli buluşlar gerçekleştiriyor. Buna uzaylıların DNA’sını insan beyni ile birleştirip yeni özellikler kazanmasına neden olan Neuromodlar da dahil. TranStar zenginleşiyor, istasyon giderek büyüyor, içine yaşam alanları inşa ediliyor ve 2032 yılında, karakterimiz Morgan Yu’nun gözlerini açmasıyla birlikte oyunumuz da başlıyor… DEVAMI ▼ TUVALET KAĞIDINA BİLE GÜVEN YOK! Oyunun arka plan hikayesini anlatmak istedik çünkü hikayenin başlangıcı, uzun zamandır gördüğümüz en kafa açan ve etkileyici sekanslardan birini ortaya koyuyor. Her ne kadar istasyonun bugüne uzanan öyküsünde saçma kararlar alınmış olduğunu ve bu kararların hikayeyi bir çıt kalitesizleştirdiğini kabul etmememiz gerekse de, oyunun başlangıcı ile birlikte işlerin son derece merak uyandırıcı bir seviyeye evrildiğini de söyleyebiliriz. İlk birkaç saat boyunca karşınıza çıkan her şey sizin için heyecan verici ve ilgi uyandırıcı olacak. İstasyon içinde yapılanlar, farkında olmadan başımıza gelmiş olan şeyler ve en önemlisi Mimic isimli istediği her şeyin şekline bürünebilen uzaylı türü merak kat sayınızın giderek artmasına neden olacak. Ki bu nokta, aynı zamanda Prey’in en büyük problemi olarak da karşımıza çıkıyor. Çünkü ne yazık ki, söz konusu birkaç saatten sonra oyun tempoyu koruyamıyor ve giderek tekdüze bir hal almaya başlıyor. İlk başlarda odadaki herhangi bir nesnenin Mimic olabileceği duygusu insanı paranoyaklaştırırken, ilerleyen saatlerde; “Öf yine mi sen?” şeklinde savuşturduğumuz bir oyun ögesi olmaktan öteye gidemiyor örneğin… DISHONORED 2.5 Arkane Studios, tıpkı Telltale Games’in oyunlarında yaptığı gibi; “Kendi tarzınla oyna” mottosunu oyunlarına yedirmeye çalışıyor. Başta bunu Dishonored serisinin bir alameti farikası olarak düşünmüştük ancak aynı yönlendirme Prey’de de karşımıza çıkınca, olayın daha geniş bir resme yerleştirilmeye çalışıldığını anlamış olduk. Aynı sonuca pek çok farklı yoldan gidebilmenizi sağlayan bu oynanış şekli, Prey’in içine Dishonored’da olduğu kadar kapsamlı bir şekilde yedirilmemiş. Farklı oyun tarzları, farklı güzergahlar ve sorunlara getirilebilecek farklı çözümler karşımıza çıkıyor olsa da, Dishonored’da olduğu kadar kendimizi özgür hissetmediğimizi söyleyebiliriz. Bizim oyun içinde sevdiğimiz detaylardan birisi, karakterinizi geliştirmeyi seçtiğiniz her yolun başarıya giden bir yol olarak değerlendirilmemesi oldu. Hemen hemen tüm oyunlarda karakterinizi hangi tarzda geliştirmeyi seçerseniz seçin giderek güçlenirsiniz ve oyun kademeli olarak kolaylaşır. Burada ise seçtiğiniz bazı yollar sizin yerinizde saymanıza dahi sebep olabiliyor. Hayatta yaptığımız her seçimin olumlu sonuçlar doğurmayacağını yansıtması açısından bu hareketi pek bir sevdik biz. DEVAMI ▼ HEPSİNDEN BİRAZ Prey’e başladığınız andan itibaren pek çok farklı oyunun lezzetini damağınızda hissedeceksiniz. Yapımcı ekibin el alışkanlığı gereği Dishonored ezgilerini bol bol hissederken, Bioshock, Half-Life ve hatta Dead Space benzerlikleri de dikkatinizden kaçmayacak. Ancak yapısal anlamda oyun en çok System Shock’u andırıyor ki bizce bu harika bir şey. Hazır yakın zamanda o da kendisini baştan başlatacakken, Prey’in bu ruhani takipçi yapısı oldukça hoşumuza gitti. Oyun görsel anlamda da son derece estetik bir yapı ortaya koyuyor. İlginç bir şekilde şimdiye kadar daha çok VR oyunlarında karşımıza çıkmış olan CryEngine 5 motoruyla yapılan Prey, motorun en güçlü yanı olan realistik görüntülerden ziyade Bioshock havası taşıyan çizgiler barındırıyor bünyesinde. Ses ve müzik departmanında da grafiklerin yakaladığı başarıyı devam ettirerek, güzel bir atmosfer oluşturdukları mutlulukla söyleyebiliyoruz. BU KEZ DEVAMI GELSİN Prey gibi bir oyunun başarısını belirleyen en önemli detay dönüp dolaşıp hikayesi oluyor elbette. İyi başlayan ancak sonrasında biraz duraklama yaşayan hikaye, finalini güçlü bir şekilde gerçekleştiriyor. Mimic dışındaki uzaylıların yürüyen jöleden hallice olmaları biraz canımızı sıksa da, genel anlamda başarılı bir oynanışla hikayenin desteklendiğini de belirtelim. Keşke güçlü olduğu alanlarda kendini tekrara düşmeseydi de, çok daha yüksek bir puanla ödüllendirebilseydik… DEVAMI ▼ DETAYLAR Prey diye bir oyun hiç çıkmasa ve şu ekran görüntüsünü alıp; “Yeni Bioshock görüntüleri sızdırıldı!” diye haber yapsanız, kimse kalkıp da itiraz etmez sanıyoruz ki. Özellikle oyunun başlarında etrafınızda ne kadar nesne varsa şüpheyle yaklaşacaksınız. Evet bu bir çöp kovası, ancak pek tabii kılık değiştirmiş bir Mimic de olabilirdi… Oyunun tamamı bir uzay istasyonunda geçmesine rağmen, birbirinden oldukça farklı temalara sahip ve kendisini tekrar etmeyen oyun alanları yaratmayı başarmış yapımcılar. Mimic ne kadar ilginç bir uzaylı türüyse, bunlar da bir o kadar vasat. Resident Evil 7’de de vardı bunlardan. Bir Xenomorphlara bak, bir de şu yürüyen jöleye bak… DEVAMI ▼ PUANLAMA