TUTMUŞU BOZMAYACAKSIN
Çoğu zaman klişelerle sorunumuz vardır bildiğiniz gibi. Karşımızda yeni fikirler, yaklaşımlar, yönelimler görmek isteriz. Papazın bile sürekli pilav yemekten isyan ettiği bir dünyada, biz ne diye habire aynı yaklaşımlara eyvallah diyelim ki? Ancak bu düşünceye istisna olabilecek bazı özel durumlar olduğunu kabul etmeliyiz. Örneğin boks ve hatta genel anlamda tüm sporla ilgili filmlerde, başarısı garantilenmiş formülün tekrar tekrar ele alınması çok problem yaratmaz. Kimsenin başından itibaren başarılı olan ve filmin sonuna kadar da böyle kalan bir kişi veya takım hakkında bir şeyler izlemek istediğini pek sanmıyoruz. Çünkü içten içe hepimiz, karşımızdaki karakterin bir noktada sürünmesini, acılar çekmesini ve dipten yükselmesini arzu ediyoruz.
Ne güzel ki Punch Club da başlangıcıyla bu duyguyu vereceğini çok iyi gösteriyor. Henüz daha küçük bir çocukken, son derece başarılı bir dövüşçü olan babamız kimliği belirsiz kişiler tarafından bir sokak avlusunda öldürülüyor ve rol modelimiz de son nefesini vermeden önce kulağımıza çok çalışmamızı ve kendisinden bile daha iyi olmamızı fısıldıyor. Sadece sporla ilgili yapımlarda değil, Batman ve Daredevil gibi çizgi romanlarda da kullanılan bu formülün fazlasıyla tuttuğu aşikar. Sonuçta baba figürünün talihsiz kaybı ve yaşanan kayıp sonrası “en iyi” olma isteği herkesin rahatlıkla empati kurabileceği bir durum. İşte bu nedenle Punch Club, son derece doğru bir klişe ile karakterimizin yolculuğunda bize gerekli motivasyonu sağlamış oluyor. Çok çalışmalı, mücadele etmeli, kan, ter, gözyaşı dökmeli ve babamızın intikamını almalıyız. Kim bu düşünceler eşliğinde bir karakteri alıp, sıfırdan en tepeye çıkarmak istemez sonuçta değil mi?