Yaşam simülasyonları, yapıları gereği kadınların daha çok ilgisini çeken bir tür olmuştur. Punch Club, mevcut mekaniği alarak işi tamamen dövüş dünyasına entegre ettiğinde ise bu algıyı kökünden değiştirecek bir hamle yapmış oluyor. Elbette önemli olan ne kadar başarılı olduğu. Her ne kadar zaman içinde pek çok farklı film yapılmış olsa da, boks deyince aklımıza daima Rocky gelmesi sebepsiz değil. Dile kolay, tam 40 seneye sığdırılmış yedi filmden bahsediyoruz sonuçta. Senenin en başarılı yapımlarından olan ve isminde Rocky geçmeyen serinin ilk filmi olma özelliğini taşıyan Creed, Punch Club öncesi dövüş ve boks konusunda yeterince gaza gelmemize zaten sebep olmuştu. Öyle veya böyle, İtalyan Aygırı birkaç farklı jenerasyona boksu sevdirmeyi başardı ve şimdi de bunun ekmeğini yemek isteyen bir oyun var karşımızda (tamam bu biraz insafsızlık oldu, kabul ediyoruz). Bir dövüşçünün yaşam simülasyonu olarak tabir edebileceğimiz Punch Club, eminiz çoğunuzda kendi Rocky senaryosunu hayata geçirebilme düşüncesini oluşturmuştur. Konusu ve yapısı itibarıyla da buna fazlasıyla elverişli olmasına rağmen, oyunun beklediğiniz hissiyatları yaşatabileceğinden pek emin değiliz. TUTMUŞU BOZMAYACAKSIN Çoğu zaman klişelerle sorunumuz vardır bildiğiniz gibi. Karşımızda yeni fikirler, yaklaşımlar, yönelimler görmek isteriz. Papazın bile sürekli pilav yemekten isyan ettiği bir dünyada, biz ne diye habire aynı yaklaşımlara eyvallah diyelim ki? Ancak bu düşünceye istisna olabilecek bazı özel durumlar olduğunu kabul etmeliyiz. Örneğin boks ve hatta genel anlamda tüm sporla ilgili filmlerde, başarısı garantilenmiş formülün tekrar tekrar ele alınması çok problem yaratmaz. Kimsenin başından itibaren başarılı olan ve filmin sonuna kadar da böyle kalan bir kişi veya takım hakkında bir şeyler izlemek istediğini pek sanmıyoruz. Çünkü içten içe hepimiz, karşımızdaki karakterin bir noktada sürünmesini, acılar çekmesini ve dipten yükselmesini arzu ediyoruz. Ne güzel ki Punch Club da başlangıcıyla bu duyguyu vereceğini çok iyi gösteriyor. Henüz daha küçük bir çocukken, son derece başarılı bir dövüşçü olan babamız kimliği belirsiz kişiler tarafından bir sokak avlusunda öldürülüyor ve rol modelimiz de son nefesini vermeden önce kulağımıza çok çalışmamızı ve kendisinden bile daha iyi olmamızı fısıldıyor. Sadece sporla ilgili yapımlarda değil, Batman ve Daredevil gibi çizgi romanlarda da kullanılan bu formülün fazlasıyla tuttuğu aşikar. Sonuçta baba figürünün talihsiz kaybı ve yaşanan kayıp sonrası “en iyi” olma isteği herkesin rahatlıkla empati kurabileceği bir durum. İşte bu nedenle Punch Club, son derece doğru bir klişe ile karakterimizin yolculuğunda bize gerekli motivasyonu sağlamış oluyor. Çok çalışmalı, mücadele etmeli, kan, ter, gözyaşı dökmeli ve babamızın intikamını almalıyız. Kim bu düşünceler eşliğinde bir karakteri alıp, sıfırdan en tepeye çıkarmak istemez sonuçta değil mi? İPLER BİZİM ELİMİZDE Kontrol bize geçtiğinde, tek başına mütevazı bir hayat yaşamakta olan karakterimizin evinde gözlerimizi açıyoruz. Artık 20’li yaşların ortasında olan karakterimize yılların çok iyi davranmadığı ortada. Azıcık aşım, ağrısız başım diyerek hayatta kalma mücadelesi vermiş belli ki. Ancak artık bizim gibi bir yardımcısı var ve bu düzen değişmek zorunda! Bunun için işe girecek, bağlantıları olan doğru insanlarla tanışacak, helal süt emmiş bir kız arkadaş edinecek ve devamlı antrenman yaparak süper bir dövüşçü olacağız. Anlayacağınız işimiz zor, dikkate alınması gereken pek çok faktör var ortada. Bildiğiniz üzere spor yapmak çok hızlı yoran ve acıktıran bir hadisedir. O nedenle hem ciddi efor sarf etmeli, hem de sağlıklı bir gündelik hayat yaşamalıyız. Dolabımız karnımızı doyuracak kadar dolu olmalı ve tüm bunlar için gerekli olan parayı da bir yandan kazanabiliyor olmamız gerekli. Ha tabii tüm bunlara zarar verecek gece hayatı ve zararlı alışkanlıklar gibi şeylere de hayatımızda yer yok tahmin edersiniz ki. ZORLU SPORCU YAŞAMI Günlük rutinler oldukça basit aslında. Para kazanmak için çalışmalı, karnınızı doyurmak için yemek almalı, gelişmek için spor yapmalı, dinlenmek için uyumalı ve hikayede ilerlemek için de karşınıza çıkan karakterlerin verdiği görevleri tamamlamalısınız. Tüm bunları 24 saate sığdırmak çok mümkün görünmeyebilir ancak unutmayın ki dünyada pek çok sporcu bu düzene uygun hayatlar yaşıyor. Tabii işimizi ekstra zorlaştıran anlamsız detaylar da yok değil oyunda. Mesela karnımızı doyurmak için aldığımız yiyecekleri hemen oracıkta yiyemiyor, illa eve gidip dolabımızdan mideye indirmek zorunda bırakılıyoruz. Bu da otobüsle gidersek para, yürürsek zaman kaybı anlamına geliyor. Tamam zor bir oyun yapılmak istenmiş anlıyoruz ancak aldığı yerde yemek yemeyi düşünemeyecek kadar beyin hasarı almış bir karakteri yönetmek zorunda da bırakılmasaydık keşke. Beyin hasarı demişken, pek tabii tüm bunların yanında bolca da dövüşmemiz gerektiğini zaten anlamışsınızdır. Karakterimiz geliştikçe öğrendiği yeni hareketleri planlayarak, bir antrenör edasında kenardan neler yaptığını izlediğimiz bir yapısı var oyunun. Müdahale edemiyor, yalnızca emeklerimizin başarıyla sonuçlanmasını ümit edebiliyoruz. OLMAZ OLSUN BÖYLE BOKS! Punch Club’ın açılışıyla ve seçtiği doğru klişe ile başarılı olma yolunu açtığını söylemiştik. Ancak bu yolu çok kısa sürede yine kendisi kapatıyor. Çünkü aynı klişeyi oyunun devamında sürdürmeyi tercih etmiyor. Bir dövüş oyunu oynuyorsak, insan karşısında amansız bir rakip görmek istiyor mesela. Bu rakibin bizden çok daha kuvvetli olmasını ve herkes tarafından favori görülmesini arıyor gözler. Planlanan dövüşün haftalar sonra gerçekleşecek olmasını ve bu süre içinde sınırları zorlayacak seviyede bir antrenman süreci geçirmeyi bekliyor yürekler. Dövüş sırasında hunharca dayak yemeyi ve yere düştüğümüz anda geçmişin görüntülerinin bir film şeridi gibi akmasını, insanların adımızı çığırmasını ve adrenalin saldırısı altında son anda maçı çevirmeyi istiyor bu boks seven garibanlar. Ama olmuyor, Punch Club bu duyguların hiçbirisini vermeyi başaramıyor. Kazanılan dövüş sonrası; “Adriaaaan” diye bağırabileceğimiz bir sevgili yerine, iş güç koşturmacası altında ihmal ettik diye habire trip atan bir kız arkadaşı vermeyi tercih ediyor bizlere. Olmuyor, yakışmıyor. Oyun bu haliyle fazla düzenli ve tek düze kalıyor çünkü. Rocky ile örselenmiş kalplerimize “climax” anları yaşatmayı bir türlü başaramıyor. ACI YOK ROCKY! Beklentilerimizi aşağı çektiğimizde ise hiç de fena bir oyun değil aslında Punch Club. Mikro seviyedeki yönetimleri çok doğru konumlandırması ve bir dövüşçünün hayatını olması gerektiği gibi yansıtmasıyla işini oldukça başarılı yerine getiriyor. Undertale incelemesinde de bahsettiğimiz gibi; retro grafikleri hakkını veren bir sanat yönetimiyle birleştirerek de hedefi on ikiden vurmuş oluyor. Bu yönleriyle, bir dövüşçünün yaşam simülasyonunu oynamak isteyenleri mutlu edeceğini rahatlıkla söylemek mümkün. Kendi Rocky senaryosunu yaşayabileceğini düşünenler ise aradıklarını bulmak için başka yere bakmak zorunda. DETAYLAR Oyunda yalnızca ringde mücadele etmek zorunda kalmıyorsunuz. Olur olmadık yerde karşınıza çıkan serserilerin de ağzının payını vermek size düşüyor. Senaryoda ilerledikçe haritada yeni bölgeler açıyor ve sürekli bunların arasında mekik dokuyorsunuz. Ulaşım, para veya zaman arasında karar vermenizi gerektiren bir sorun. Dövüşlerdeki başarınızı etkileyen pek çok faktör var. Gelişim puanlarınız, aktif ve pasif yetenekleriniz ve rakibinizle uyumunuz sonucu doğrudan etkiliyor. Para kazanma derdi, evi geçindirme, babanın intikamını alma problemi derken tüm bunların üzerine bir de dırdırcı sevgiliyi ekliyor oyun sanki yeterince stresimiz yokmuş gibi. PUANLAMA