Bu gözler çok fazla yeniden yapım gördü sevgili okuyucu. Kimi ufak dokunuşlara sahip, kimi dikkat çekici olan… Çok fazla geçmiş hatıraları zedeleyen gördü, nadiren de olsa günümüze başarıyla taşıyanlarla beraber. Ama bu gözler hiç Shadow of the Colossus gibi efsaneyi daha da efsane yapan bir yeniden yapım görmedi. Pek çok kişi için PlayStation 2, tarihin gördüğü en iyi oyun konsoludur. Yalnızca dönemine göre çok iyi bir sisteme sahip olması, sorunsuzca uzun yıllar çalışması veya tasarımsal kalitesi nedeniyle değil. Aynı zamanda totale vurulduğunda en başarılı oyun kataloğuna sahip olması da bunda etkendi. Konsolun en iyi oyunu hangisiydi diye soracak olsanız pek çok farklı cevap alabilirsiniz. Kimi kalkıp Grand Theft Auto: San Andreas diyebilir, kimisi de Kingdom Hearts 2. Metal Gear Solid 3: Snake Eater diyen de çıkar muhakkak, God of War veya Resident Evil 4 diyen de… Ama belki de en çok duyacağınız isim Shadow of the Colossus olacaktır, üstelik de içerik anlamında üstteki hemen her oyundan daha zayıf olmasına rağmen. Tek bir bölgenin etrafına yayılmış 16 adet heykelimsi titanı (Colossus) avladığımız bir oyun özünde bu. Sunabileceği başka bir içeriği, mekaniği veya yapısal özelliği bulunmuyor. Ama işte öyle bir kalbine dokunuyor ki insanın meret, unutmak istese de başaramıyor… MASAL BAŞLIYOR Sony Avrupa’nın elimize ulaştırdığı inceleme kopyasının yanında küçük de bir not yer alıyordu. “Unutmayın ki Shadow of the Colossus daha önce iki defa çıkarılmışsa da, halen bu oyunu hiç oynamamış olan oyun severler bulunuyor” diyor notta. Doğru da söylüyor hani. Bu oyun ilk kez 2005 yılında PlayStation 2’ye, sonrasında ise PS3’e çıkmış olsa da oynamamış/oynayamamış çok fazla insan bulunuyor hala. O nedenle biz de oyunu size sanki bugün ilk kez çıkıyormuşçasına anlatacağız, dilimiz döndüğünce. Shadow of the Colossus ilk duyurulduğunda da büyük bir ilgi ve merak uyandırmıştı oyuncu camiası içinde. Çünkü oyunun arkasında efsanevi yapım ICO’nun yaratıcıları vardı ve hemen hemen benzer bir tecrübe vadediyordu. Tabii biz çok daha iyi bir oyunla karşılaşacağımızı o zaman tahmin edemiyorduk. SotC; kim olduğu belli olmayan bir adamın, atı üzerinde bilinci yerinde olmayan ve hatta belki de ölü olan bir kadını sessizliğin içinde taşımasıyla açılıyor. Çok uzun bir yoldan geldiği tüm hal ve tavırlarından anlaşılıyor, kendisi de atı da çoktan yorgun düşmüş. Ancak yine de yola devam ediyor adam, belli ki önemli bir amaç için çıkmış bu yolculuğa. Sonra kendini duvarlarını devasa heykellerin süslediği devasa bir yapının içinde buluyor. Tam karşısında bir sunak var, adamı kendisine doğru çekiyor istemsizce. Adam atından iniyor ve kadını yavaşça sunağa yatırıyor. Sonrasında gökten bir ses duyuluyor, bu dünyalara ait olmayan ancak bu dünyanın meselelerine dahil olabilecekmiş gibi görünen bir ses. Adam bu sesi bulmak için yola çıktığını ve kadının haksızca kaybettiği ruhunu geri iade etmelerini söylüyor kendinden emin bir dille. Ses, ölümlü insanların kaybedileni geri kazanmayı ne denli kolay gördüğüne belki de biraz şaşırarak gülüyor. Ancak adam yanında kudretli bir kılıç taşıyor ve sese göre, bu kılıç sayesinde talep edilen şeyi başarmak belki mümkün olabilir. O nedenle ses adamdan imkansızı talep ediyor; devasa odanın duvarlarını süsleyen heykelleri yok etmesini söylüyor. Ve ekliyor; “Bunu yapmak mümkün ancak ne pahasına olduğuna dikkat et!” Adam umursamıyor ve yanı başında yatmakta olan kadını kurtarmak için, tüm o heykellerin yansımaları olan titanlarla çarpışmak üzere yola koyuluyor… GRİ BÖLGELER Shadow of the Colossus’un hikayesi bundan ibaret. Oyun size fantastik bir dünyanın çizgileri içinde yaşananları gösteriyor ancak hiçbir arka plan hikayesi anlatmıyor. Adamın veya kadının kim olduğunu, sesin kaynağını, talep ettiği şeyin sebebini ve tüm o titanların ne amaçla yok edilmesi gerektiğini bilmeden çıkıyorsunuz yola. Yönettiğiniz karakterle empati kurmak çok zor olmuyor aslında, muhtemelen sevmekte olduğu kadını kurtarmak için mücadele ediyor sonuçta. Ancak oyunda ilerledikçe kelimelere dökülmeyen bir yanlışlık hissiyatı sarıyor her tarafınızı. Birer birer kestiğiniz her titana ulaştığınızda görüyorsunuz ki, aslında kimseye zararları olmayan ve kendi hallerinde yaşamlarını sürdüren “şeyler” bunlar. Ve her kılıç darbenizle bir tanesi daha yok oldukça, bu hikayedeki kötü karakterin esasında kim olduğunu daha da fazla sorgularken buluyorsunuz kendinizi… YALNIZ BİR YOLCULUK Oyun yapısal olarak iki farklı bölümden oluşuyor. Birincisi; tapınaktan çıkıp öldürmeniz gereken titana kadar yaptığınız yolculuk. Bu yolculuk sırasında karşınıza bir tane bile düşman çıkmıyor. Bu dünyada siz ve titanlar dışında uğraşmanız gereken başka bir canlı yok. Hedefinize ulaşmak içinse taşımakta olduğunuz kudretli kılıcı kullanıyorsunuz. Kendisi titanları yok etmek için elzem olmakla birlikte, aynı zamanda pusula görevi de görüyor. Güneş ışığı olan bir bölgede kılıcınızı havaya kaldırırsanız, ışık huzmesi şeklinde gitmeniz gereken yönü görebiliyorsunuz. Ancak bunun dışında bir işaretleyici bulunmuyor. Elinizde gitmeniz gereken bir yön var ve oraya giden yolu sizin bulmanız gerekiyor. Bu kısmı tarif etmek gerekirse en doğru kelime sanıyoruz ki yalnızlık olacaktır. Ve eğer hedefinize dörtnala değil de, biraz etrafınızdaki dünyayı hissederek giderseniz, bu yalnız yolculuk huzurlu bir dinginlik yaratıyor bünyenizde. Titanlara ulaştığınızda ise oyun başka bir boyuta evriliyor bir anda. O andan itibaren ekranda yalnızca siz ve boyları birer gökdeleni zorlayan rakibiniz oluyor. Size de düşmanın zayıf bölgesini bularak, her biri masalsı bir mücadeleyi andıran deneyimler yaşamak kalıyor. BAŞTAN AŞAĞI YENİLENMİŞ Titan kapışmaları hiç kuşkusuz oyunun en özel ve unutulmaz bölümünü oluşturuyor. Her biri tasarımsal olarak ayrı ayrı güzel olan bu dev yaratıkların benzer ama farklı yaklaşımları gerektiren zayıf noktaları bulunuyor. Sahip olduğunuz yegane silahlar olan kılıcınız ve yayınızla birlikte bu zayıf noktaları bulmanız ve bir şekilde titanların üzerine çıkmanız lazım. Doğru bölgelere, yeterli sayıda darbeyi vurduğunuz taktirde düşmanı alt etmiş oluyorsunuz. Bu mücadeleler PS2 döneminde bile muazzam görünüyordu açıkçası. Ancak yapımcılar oyunu PlayStation 4’e taşırken resmen işin suyunu çıkarmış. Ortada kesinlikle rafine edilmiş grafikler gibi bir durum söz konusu değil. Oyunu adeta baştan yapmışlar, orası kesin! Şu kadar söyleyelim; PlayStation 4 standartları için bile iyi grafiklere sahip oyun. Güneş ışıklarının yaprakların arasından süzülmesi olsun, çimenlerin rüzgarda dalgalanmaları olsun, titanların vücudunu kaplayan tüylerin tane tane seçilebiliyor olması olsun, oyunun her noktası ince ince tekrardan işlenmiş. Üstelik biz oyunu standart PS4 üzerinde deneyimledik. PS4 Pro performansı, kelimelerle anlatılması çok güç bir sanatsal hissiyat yaratmayı başarıyor. BU NASIL BİR YENİDEN YAPIM! Shadow of the Colossus, tartışmasız şekilde tarihin en iyi oyunlarından biri. Zamanında PS3 için yeniden yapıldığında yine aynı deneyimi sunmuştu ancak şu an olduğu gibi ağzımızı açık bırakmamıştı. O bir “iyileştirme” çalışmasıydı, bu ise “baştan yaratma” çabası olmuş. Bu oyunu ister daha önce oynamış olun ister olmayın, Shadow of the Colossus PS4’e çıkmış en iyi oyunlardan biri ve bu muazzam deneyimi mutlaka yaşamalısınız. Çünkü bizler bundan sonra yeniden yapılan oyunlar için Shadow of the Colossus’u standart alacağız. DETAYLAR Oyunu bundan tam 13 sene önce oynamış olanlar, sadece şu görseldeki su dalgalanmalarına bakarak bile yapılan işin ne denli büyük bir kalitede olduğunu rahatlıkla anlayacaklardır. HDR güzel bir özellik, seviyor ve bağrımıza basıyoruz. Işıklandırmayı bambaşka bir boyuta taşıyan bu özelliğin etinden sütünden faydalanmış Shadow of the Colossus da… Titanlara karşı verdiğiniz bu amansız mücadele boyunca birbirinden farklı pek çok mekana gideceksiniz. Bu yolculuk boyunca yalnızlığın ve sessizliğin tadını çıkarmaya çalışın. Eskiden titanları uzaktan görüyor fakat detaylarını belli belirsiz ancak seçebiliyorduk. Şuradaki tüylerin ayrıntılı yapısı bile, her biri üzerinde ne kadar emek harcandığını gösteriyor. PUANLAMA