Bir çocuğun oyun dünyası hayal gücüyle sınırlıdır, yani sınırsızdır. Bir tuzluğun, kalesini korumak için cansiparane şekilde savaşan bir askere; bir saat kutusunun ise yeri geldiğinde arabaya, uçağa, uzay mekiğine ve hatta hovercrafta (tamam bu birazcık uçuk oldu) dönüştüğünü görebilirsiniz bir çocuğun ellerinde.
Beynin dünyevi sıkıntılarla kirletilmediği, sistemin çarklarıyla yavaş yavaş ancak etkili bir şekilde köreltilmediği bu dönemde ortaya çıkan fikirler, yetişkin bir bireyin gülüp geçebileceği kadar mantık sınırlarının ötesine geçebilir. Kendimizin de zamanında birer çocuk olduğunu, realizm sınırlarıyla şekillenen hayallerimizin çok daha uçuk noktalarda seyrettiğini unutacak kadar körelmiş beyinlerimiz, çocuklardan gelen çılgın(!) fikirlere ancak ve ancak “çocuk işte” paralelliğinde yaklaşabilmekte. Sanki kurulan hayallerin çılgın olmasının bir problemi varmışçasına…