The Witness ismi Şubat ayı içinde gözünüzden kaçtı mı? Bu oldukça mümkün. Her yerinden poligon fırlayan, bütçesiyle dağı taşı deviren oyunların arasında özel dikkat göstermedikçe kaybolması işten bile değil. Bu incelemenin yegane kaygısı, bakmanız gereken yere parmak uzatmak olacak. Bu dünyada sektörü değiştiren, gidişatı kökünden sarsan çok az oyun vardır. Mario, Doom ya da Half-Life gibi… Bu oyunlar sadece çok iyi değildir, Fransız Devrimi etkisiyle yeni bir çağ başlatır. Bildiğiniz üzere şu an Indie oyun çağını yaşıyoruz. İşte bu çağın başlamasını sağlayan, tüm bildiklerimizi unutturan oyun da Braid olmuştu. Braid öyle bir oyundu ki, çok güzel bir fikre sahip olmasına rağmen evinde patlamış mısır yemeye devam eden insanlara umut ışığı oldu. “Küçük bir oyun olabilir fakat denenmemiş bir fikrim var” diyenlerin cesaret kaynağı oldu. Sürekli olarak devam oyunlarıyla, yeniden yapımlarla kendisini tüketen oyun sektörüne akciğer nakli yaptı, sektör yeniden nefes almaya başladı. İşte şu an incelemesini okumakta olduğunuz The Witness, bu değişimin altına imza atan Jonathan Blow’un yeni projesi olma özelliğini taşıyor. Neden bu kadar heyecanlandığımızı şimdi anladınız mı? YİNE YAPTI YAPACAĞINI Braid’in başarısı The Witness’a karşı olağanüstü seviyede beklentiye girmemize neden olduğu gibi bir yandan da kafamızda endişe verici soru işaretleri oluşturdu. Sonuçta Jonathan Blow; Tim Schafer veya Peter Molyneux gibi pek çok başarılı yapım sonrası sorgulama sürecini tamamlamış bir isim değildi. Tek bir oyun yaratmış ve bununla Ferhat misali dağları delmişti. Hal böyle olunca, aynı şeyi yeniden yapıp yapamayacağı büyük bir soru işaretiydi. Şurası bir gerçek ki The Witness oyun endüstrisinde yeni bir çağ başlatmayacak. Hali hazırda bağımsız oyunlar bu kadar revaçtayken, onları alıp daha da yukarılara götürecek bir misyon üstlenmeyecek. The Witness, Blow’un söyleyeceklerinin bitmediğini ve yaratıcılığının sınırı olmadığını kanıtlama derdinde sanki. Şunu söylersek belki oyunun kalitesi daha net ortaya çıkabilir: Eğer 2008 yılında Blow, Braid’i değil de The Witness’ı yapmayı tercih etseydi, bağımsız oyun çağının başlamasını yine sağlardı. Peki birbirinden bu kadar alakasız, bu denli tezat iki oyun için aynı cümleyi nasıl oluyor da kurabiliyoruz? Cevabı çok basit; her ikisi de alışkanlıkları bozuyor, farklı olmaktan çekinmiyor ve oyuncunun zekasına saygı duyuyor. Nasıl ki Braid’i yalnızca muazzam sanat yönetimi, yaratıcı platform-bulmaca mekanikleri, ruha dokunan müzikleri üzerinden değerlendirmiyor ve altında yatan felsefesine dikkat kesiliyorsak, The Witness için de bunu yapmamız gerekiyor. Çünkü ekran görüntülerinden göreceğiniz renkli dünyadan ve videolarda denk geleceğiniz zorlayıcı bulmacalardan çok daha fazlası bu oyun. The Witness bir tecrübe. Zihninizde hiçbir şekilde yansıması bulunmayan ve tecrübe etmeden bilgi sahibi olamayacağınız bir yolculuk. TABULA RASA Deneycilik veya empirizm, doğuştan hiçbir bilgiye sahip olmadığımızı ve ancak deneyimlerimiz sonucu bilgiye ulaşabileceğimizi söyler. Locke, Hume, Berkeley, Hobbes ve Bacon gibi, empirist felsefe akımının en önde gelen isimlerinin tamamının Britanya Adası’ndan çıktığı düşünülünce, The Witness’ın devasa bir adada geçiyor olmasının alt metnini görmezden gelmek mümkün olmayacaktır (benzer bir alt metin uygulaması için bakınız; Lost – John Locke ilişkisi). Alabildiğine yüzeysel yaklaştığınızda The Witness, boş bir adada aylak aylak dolaştığınız ve önünüze çıkan bulmacaları çözdüğünüz basit bir oyundan fazlası değil aslında. Ancak arkasındaki felsefi yaklaşımı yakaladığınızda, Blow’un tasarladığı en ufak detayın bile bu deneyci yaklaşıma ne kadar kusursuz bir şekilde hizmet ettiğini daha net gözlemleyebiliyorsunuz. Oyunun başlangıç saniyesinden bitiş anına dek, hiçbir bilgi size kendiliğinden sunulmuyor. Ne yapmanız gerektiği sizin deneyimleriniz ve eylemlerinizle hayat buluyor. Bu bile tek başına devrimsel bir hareket aslında. BU SİZİN DENEYİMİNİZ Yapısal özellikleri nedeniyle The Witness’ı, The Talos Principle ile kıyaslamak oldukça mümkün. Her iki oyunda da benzer atmosfer, ilerleyiş ve yönelimler var. Ancak ciddi şekilde ayrıldıkları bazı noktalar da var. The Talos Principle, doğrudan felsefe yapıyor ve kendi sorduğu sorularla sizi bu felsefenin içine çekiyordu. The Witness ise buna yalnızca zemin hazırlıyor. Soruları, yaklaşımları ve düşünceleri kendiniz oluşturuyorsunuz. The Witness’ı, sorgulamaya açık bir beyni daha rahat çalışmaya teşvik edecek izole bir mağaraya benzetmek mümkün. Mağara, felsefi soruları soran değil, bunları sordurmaya sizi hazırlayan olgu. Oyunda, bir bulmacayı çözmeye çalışıp başarısız olduğunuzda, bakmakla yetinmeyip görmeniz gerektiğini öğretme çabası var. “Şimdi şunu yap, şimdi de bunu yapman gerekiyor” gibi direktiflerin önünüze sunulmuyor olması da bundan. The Witness’ın öyle ustaca belirlenmiş bir harita tasarımı ve bulmaca dizilimi var ki, kendi eylemleriniz sonucu öğrenme şematiğini sizin oluşturmanızı sağlıyor. Kısacası balık tutmuyor, balık tutmayı öğretiyor. KENDİ AKLINIZA GÜVENİN Bunu yaparken de çok basit bir sistem kullanıyor. Karşınıza çıkan tüm bulmacalar; belirli panellerin üzerine yerleştirilmiş, iki noktayı bir araya getirme amacını güden yapılara sahip. İçerikleri ve kuralları zaman içinde değişse de bu mantık hiçbir zaman değişmiyor. Kimisi çok kolay, kimisi ise isyan ettirecek kadar zor olan bu bulmacaların en güzel yanıysa, ilerledikçe zorlaşma sistemine sahip olmamaları. The Witness’ın dünyası açık bir dünya ve her bulmaca daha en baştan ulaşımınıza açık bir durumda. Oyunun ilk yarım saatlik zaman diliminde, ne yapacağınız hakkında hiçbir fikre sahip olmadığınız bir bulmacaya denk gelmeniz oldukça muhtemel. Normal şartlarda ne yaparsınız? Açarsınız YouTube’u ve bulmacanın çözümüne bakarsınız değil mi? Burada ise sadece vazgeçiyorsunuz. O bulmacaya arkanızı dönmeniz ve The Witness deneyimine devam etmeniz, cevap arayışınız haline geliyor. Zaman içinde deneyimleriniz sonucu bilgiye ulaşınca, aslında ne yapmanız gerektiğini de anlamış oluyorsunuz. “Dur, sakinleş, bir adım geriye git, derin bir nefes al ve etrafına bak. Cevabı bulacaksın” diyen bir oyun var elimizde. Bunun ne kadar kıymetli olduğunun farkında mısınız? TEŞEKKÜRLER JONATHAN BLOW Tıpkı Braid gibi The Witness da anlatmak istediklerini yan güzellikleriyle desteklemeyi fazlasıyla başarıyor. Dünyası ayrı güzel, sanat yönetimi bir başka güzel… Tek sorunu, herkese göre olmaması. Sabırsız, merak duygusuna sahip olmayan, sorgulamayı sevmeyen oyuncular burada aradıklarını asla bulamayacak. Ancak bakmakla yetinmeyip, görmeyi tercih eden biriyseniz, son yılların belki de en güzel oyunu tam da burada sizleri bekliyor demektir. DETAYLAR The Witness’ın haritası oldukça büyük. Sadece bulmaca çözmeye yönelik olması sebebiyle kısa bir oyun olduğunu düşünüyor olabilirsiniz ancak 50+ saat oyun deneyimi sunuyor. Bu gördüğünüz bulmaca oyun boyunca karşınıza çıkacak yegane tarzı oluşturuyor. Ancak kuralları, mantığı ve işleniş şekli tahmin ettiğinizden de çok farklılık gösteriyor. Öylesine bir adada, boş boş dolaşıp bulmaca çözmüyorsunuz. Burada bazı yaşanmışlıkların olduğu; adanın bir geçmişe sahip olduğu özenle yerleştirilmiş detaylara gizleniyor. Jonathan Blow’un yaptığı belki de en iyi iş; yaratıcı fikrini uygulamakla yetinmeyip, atmosferi tamamlayan tüm detaylara özen göstermesi. PUANLAMA