İnsanoğlu olarak kendimizden daha büyük olan şeylere karşı bir zaafımız var. “Titan” fikrinin bu kadar sık kullanılmasının sebebi de bu çünkü ne zaman devasa bir düşman görsek zevkten dört köşe oluyoruz. TItan Souls, işte bu zaafımızdan yararlanarak kalbimizi fethetmeyi amaçlıyor. Jam organizasyonlarından haberdar mısınız? Oyun üretiminin belki de en naif tarafını yansıtan bu organizasyonlar, sektörde kendisine yer edinmek isteyen binlerce kişinin buluşma noktası haline gelmiş durumda. Birbirini hiç tanımayan insanların bir araya gelerek, sadece 48 veya 72 saat içinde o senenin temasına uygun olarak oyun ürettiği enfes bir oluşum. Pek çok farklı isim altında ve dünyanın hemen her noktasında (Türkiye’de de bu sene 5 farklı şehirde gerçekleştirildi) hayat bulan bu organizasyonlardan birisi de Ludum Dare. Titan Souls, işte bu Ludum Dare organizasyonunun 2013 yılında düzenlenen 28’inci ayağında Mark Foster tarafından yaratılmış bir oyun. Elbette şu an incelemesini yazdığımız halinden çok daha basit bir versiyondu o ama yine de birincilik ipini göğüslemesini bilmişti. Bugün çok daha gelişmiş bir şekilde böyle bir oyuna sahip olabildiğimiz için bu organizasyonların kıymetini de bilmek gerekiyor sanki. BİZ BU FİLMİ GÖRMEMİŞ MİYDİK? Titan Souls’u en basit şekilde anlatmak gerekirse Shadow of the Colossus’un The Legend of Zelda ile ortak paranteze alınmış hali şeklinde özetleyebiliriz. Hangisine daha yakın derseniz cevap Shadow of the Colossus olacaktır, çünkü The Legend of Zelda benzerliği sadece görsellik ve atmosferle kendisini gösteriyor ki o da eski oyunlar üzerinden konuştuğumuzda. Biliyorsunuz Shadow of the Colossus’ta enfes bir dünyanın içinde gezinip karşımıza çıkan devasa yaratıkları, sahip oldukları zayıf noktalarını hedef alarak indirmeye çalışıyorduk. Titan Souls da temel olarak birebir aynı mantıkla hareket ediyor. Ortada gezinebileceğimiz bir dünya ve karşımıza çıkacak devasa yaratıklar var. İki oyunun birbirinden ayrıldığı en önemli nokta (Tabii görsel anlamda birbirleriyle zerre alakaları olmadığını bir kenara bırakırsak), Titan Souls’da gezinmenin pek bir anlamsız olması. İçine düştüğümüz dünyada belirli noktalarda yer alan zindanların içindeki titanlara ulaşmamız gerekiyor lakin bu süreçte teptiğimiz yol, attığımız taşa değmiyor. Keşif, merak, bulmaca veya yol hikayesi noktasında hiçbir şey sunmayan bir haritası var oyunun. X noktasından Y noktasına ulaşmak dışında hiçbir işlevi bulunmuyor. Bu bize göre çok önemli bir eksiklik. Oyunun temel mekaniğinin titanlarla yüzleşmek ve onlarla çarpışmak olduğunun bilincindeyiz ancak bu durum çıktığımız yolculuğu değersiz kılmamalıydı. En basitinden Shadow of the Colossus’ta da bosslar arası yaptığımız pek bir şey yoktu belki ancak her yolculuk ayrı bir hikaye, ayrı bir hissiyat barındırıyordu. Bir yaratığa yaklaştığınız zaman bunu iliklerinize kadar hissediyor ve tedirgin oluyordunuz. Titan Souls, tek bir sisteme o kadar bağımlı kalıyor ki altını doldurması gereken diğer tüm noktaları maalesef ıskalıyor. APTAL CESARETİ Ruhlarına göz diktiğimiz titanlara geçmeden önce karakterimize biraz değinelim. Bu minimalist dünyada tek bir piksel aralığını dolduracak kadar alana sahip olan karakterimiz, koca koca yaratıklarla kapışmaya tek bir ok ve yayla gidecek kadar aklını peynir ekmekle yemiş birisi aynı zamanda. Genellikle kayalardan veya çok daha sert materyallerden oluşan bu yaratıklara karşı ok ve yayla ne yapacaksın diye düşünürken bir de ne görelim? Tek atışta öldürüyor hepsini! Titan Souls’un tüm olayı da bu zaten. Hem siz, hem de düşmanlarınız tek atışta ölüyorsunuz, ilk kim denk getirirse ki genellikle onlar denk getiriyor. Karakterimizin tek bir oku bulunduğundan attığımız takdirde geri almamız gerekiyor. Bunu ya üzerine giderek ya da büyülü bir şekilde kendimize çekerek gerçekleştiriyoruz. Ancak oku atarken ve geriye çekerken karakterimiz hareketsiz kalıyor ki ölmeniz için en muhtemel anlar da bunlar oluyor. Fakat bu durumun avantajı da yok değil. Oku kendimize doğru çekerken de yaratığa denk getirebilirsek öldürebiliyoruz ve bu durum oyuna taktiksel bir derinlik kazandırıyor. Bahsettiğimiz derinlik ancak boy verecek kadar olsa da… BU TİTANLARIN GÜNAHI NE? Titanlara geldiğimizde ise bizi öldürmek için çok daha fazla seçeneğe sahip olduklarını görüyoruz. Kimisi üzerimize kayalar fırlatıyor, kimi lazer sıkıyor, kimisi de zehir salıyor. Üstelik tüm bunları bir yandan da üzerimize koştururken yapıyorlar. Peki niye? Çünkü içinde bulunduğu zindanda hiç kimseye bir zararı olmadan, hatta hareket bile etmeden huzurla uyurken içeri dalan zibidi bir veledin kafasına ok atması sebebiyle. Yahu böyle ana karakter mi olur? Zaten bu titanları neden avladığı da belli değil, amacını veya geçmişini de bilmiyoruz. Muhtemelen gaza gelmiş bir şekilde önüne gelene ateş ederek gidiyor. Bizce bu oyunun kötü karakteri biziz, titanlar ise masum olanlar. Neyse, konuya dönelim. Her bir titanın zayıf bir noktası bulunuyor ve öldürebilmek için tam olarak bu noktadan vurmamız gerekiyor. Olay tamamen zamanlama ve doğru açıyla ilgili aslında. Lakin şöyle bir sıkıntı var. Bazen doğru bir atışla sadece birkaç saniye içinde titanları öldürebiliyorsunuz. Yani daha yaratık haşmetini gösteremeden tek atışta öldürmek mümkün. Bu durum, “küçük karakter-büyük yaratık” mücadelesinin ruhuna oldukça zarar veriyor. Çünkü karşınızdaki yaratığı kolayca öldürebildiğinizde kendinizi daha güçlü noktada hissediyorsunuz. Titan Souls, titanlarını kudretli kılmayı başaramamış. MÜZİKLERİNİ DİNLEMEDEN ÖLMEYİN Ancak tüm bunları bir kenara bıraktığımızda, asıl sorunun dengesizlik olduğunu görüyoruz. Bahsettiğimiz denge oyunda geçen zaman ve alınan zevk arasında. Başlangıçta tüm fikirler, karşımıza çıkan titanlar ve onlara ulaşma şekli ilgi çekici görünüyor. Ancak zaman ilerledikçe giderek kendisini tekrar eden ve yarattığı heyecan dalgası başladığı hızda sönen bir yapım haline dönüşüyor. “Zindana gir, titanla karşılaş, öl, hareket düzenine dikkat et, bir kez daha öl, zayıf noktasını bul, bir kez daha öl ve sonunda öldür” düsturu, birkaç istisna dışında asla değişmiyor. Fakat her şey olumsuzmuş gibi konuşmayalım biz yine de. Bir kere oyunun müziklerinin güzelliğini kelimelerle ifade etmek neredeyse imkansız. Özellikle üflemeli çalgıların giriş yaptığı anlarda öyle bir duygu yaratılmış ki, gözlerinizi kapatıp Titan Souls dünyasına kapılasınız geliyor. Soundtrack olarak Hotline Miami 2 ile birlikte senenin en başarılı işi Titan Souls olmuş diyebiliriz. Ha keza grafikler için de benzer bir başarıdan söz etmek mümkün ama tabii daha mütevazı bir noktada. Sonuçta Titan Souls pikselleri sayılabilen bir oyun ve bunun herkese hitap etmediğini artık çok iyi biliyoruz. Ama retro tarzı sevenlerdenseniz yaratılan dünya eminiz ki hoşunuza gidecektir. EKSİK AMA YETERLİ Oyun size yeniden oynamak için pek bir sebep sunamıyor. Sadece daha da zorlaştırıp süreci biraz daha uzatabilir veya çok daha kısa sürede bitirmeye çalışabilirsiniz. Ancak ikisinin de yeterli motivasyonlar olduğunu söyleyemeyiz. Titan Souls, bağımsız bir yapımcının ellerinden çıkan son derece leziz bir oyun. Bir Jam etkinliğinden geldiği düşünülürse saygıyı da fazlasıyla hak ediyor. Ancak 24 TL hiç de yabana atılır bir rakam değil ve bunun karşılığında daha dolu bir içerik olması gerekiyordu bize göre. DETAYLAR Oyunda karşımıza çok nadir de olsa bazı bulmacalar çıkıyor. Ancak bu bulmacalar düşünme ihtiyacı dahi duymayacağınız kadar basit olduğundan anlam ifade etmiyorlar. Titan Souls’un müzikleri genel olarak mükemmel ama özellikle bu tarz ormanlık alanlara girdiğinizde kulak kabartın. Ruhunuza dokunan bir şeyler duyacaksınız. Oyunun ilk hali neye benziyordu diye merak ediyorsanız işte böyle bir şeydi. Sadece 72 saat içinde ve bir kişi tarafından yapıldığı düşünülürse sonuç oldukça başarılı. Oyundaki titanların düzenlerini öğrendikten sonra öldürülmesi kolay olduklarını söyledik. Bu arkadaş hariç! Cehennem azabı bu, insanlık ayıbı, evlerden uzak tutulası. PUANLAMA