Sustuğumda sesim olur musun? Bağımsız yapımcıların ellerinden çıkma oyunlar hayatlarına 1-0 önde başlıyor. Oyuncular bu oyunların kıymetini biliyor çünkü çoğu büyük oyunun unuttuğu önemli bir detayı, yaratıcılığı asla ıskalamıyor bu yapımlar İnceleme sayfalarımızın başında karşınıza çıkan Child of Light, Mayıs ayının hemen başında bizimle buluşmuştu. O incelemeyi okursanız, bu devasa sektörün içerisinde karşımıza çıkmış böylesine mütevazı bir oyuna karşı ne kadar heyecanlandığımızı görebilirsiniz. Böyle yapımlar devamlı karşımıza çıkmadığından bulduğumuzda aç kurtlar gibi üzerine atlamamız anormal karşılanmamalı. Ancak yazıları toparlayıp, son dokunuşları gerçekleştirdiğimiz sırada bir oyun daha çıktı ansızın karşımıza; Transistor. Elbette uzun süredir varlığından haberdardık ve gelişini büyük bir merakla bekliyorduk. Ancak planlamamızda bir sonraki ay için yer bulabilmişti kendisine. Tabii bu başına oturup bir süre zaman harcayana kadar geçerli olan bir durumdu. Ne zaman ki Transistor’ın dünyasına adım attık, işte o an bir daha kopamadık kendisinden. Sonuna geldiğimizde ise kesin olan bir şey vardı, “Bu oyun bekletilmeye gelmez”. Transistor ► GİRİŞ ► MİRASA SAYGI ► BENZER YÖNLER ► DETAYLAR ► PUANLAMA MİRASA SAYGI Son birkaç yıldır çok fazla başarılı Indie oyunla karşılaştık. Ancak sayıları ne kadar fazla olursa olsun, hala AAA dediğimiz büyük bütçeli oyunlar kadar pasta payına sahip değil. Bu nedenle her geçen gün daha fazla Indie oyunla karşılaşıyor olsak da bu sayının yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Günümüz oyunculuğunun kaçış noktası, nefes alma istasyonu olarak değerlendirebileceğimiz Indie oyunların daha çok sayıda olmasına ihtiyacımız var. Aksi takdirde özensizce yazılmış senaryolu, yaratıcılık namına hiçbir çaba sarf etmeyen, birbirinin aynısı oyunlara mahkum olmak zorunda kalacağız. Oyuncuların kafasındaki algıları yıkıp sektörün geleceğinin bu oyunlarda olduğunu gösteren pek çok önemli oyun çıktı karşımıza şimdiye dek. Braid, Limbo, Minecraft, Super Meat Boy, Faster Than Light, Cave Story, Fez ve daha nicesi bu oyunlardan bazıları. Ancak incelemeye konu olan oyunla direkt olarak kan bağı olan bir oyun bizi özellikle ilgilendiriyor; Bastion. İsimlerine nazire yaparcasına küçük bir firma olan Supergiant Games’in ilk oyunu olan Bastion, öyle muazzam bir başarı yakaladı ki firma bir anda herkes tarafından tanınır hale geldi. Indie oyunların tamamını tek tek ele alın, hepsinin temel bir özellikle muadillerinden ayrıldıklarını görürsünüz. Mesela Fez platform oyunu olmasına rağmen “boyut değişimi” mekaniğine yaslar sırtını. Öte yandan Braid ise zaman manipülasyonuyla ayrılır diğer platform oyunlarından. Kimisi bir oynanış mekaniği ile kimisi ise hissettirdikleriyle ayrışmaya çalışır. Bastion ise yapmakta olduğu her şeyi başarıyla gerçekleştiriyordu ancak en başarılı olduğu nokta insani duygulara dokunabiliyor olmasıydı. Dışarıdan baktığınızda izometrik bir aksiyon rol yapma oyunu olarak değerlendirilmektedir Bastion. Öyledir de fakat oyunu oynadıktan sonra kim gözlerini kapattığında aksiyonu veya rol yapma öğelerini hatırlar? İstisnasız herkesin aklına gelecek olan, o eşsiz müzikler arasında çıktığımız duygusal yolculuk olacaktır. İşte sırf bu nedenle Transistor’ı beklemek için çok nedenimiz vardı. Çünkü ilk andan itibaren tamamen farklı bir konu üzerine, yeni dokunuşlarla ama benzer bir tecrübeyle karşımıza çıkacaklarını belirtiyorlardı. Çok şey istemiyorduk aslında, oyunun Bastion’ın verebildiklerine yaklaşması yeterliydi. Şu an görüyoruz ki bunu fazlasıyla başarmışlar. Transistor, tıpkı Bastion gibi duyguları hedef alan ve bunu yaparken içeriğindeki yapısal ögelerle oyuncuyu oldukça eğlendiren bir yapım. İlk kez gördüğünüzde bile bu oyunun Supergiant Games’in ellerinden çıktığını rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Aynı izometrik yapı, aynı renk paleti ve hikaye aktarımı yerini koruyor. Bütün bu benzerliklere rağmen Transistor tamamen farklı bir oyun ve kendisini Bastion’dan oldukça öznel bir şekilde ayırıyor. Ancak bozulmasını istemediğiniz öğelerin varlığıyla da bir o kadar aynı oyun aslında. Kafalar karışmasın, oynayınca ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Transistor ► GİRİŞ ► MİRASA SAYGI ► BENZER YÖNLER ► DETAYLAR ► PUANLAMA BENZER YÖNLER Oyunumuz Cloudbank isimli fütüristik bir şehirde geçiyor. Yönettiğimiz karakter olan Red ise bu şehirde görev alan ve tanınmış bir şarkıcı. Şehir, Camerata isimli bir grubun yönettiği Process isimli robot gücünün saldırısı altında ve Red de bu saldırıdan nasibini alarak sesini kaybediyor. Oyuna ismini veren kılıç olan Transistor ile yolumuzun kesişmesi de tam bu sırada gerçekleşiyor. Ölü bir adamın bedeninden çekip çıkardığımız Transistor, isminin hakkını vererek bünyesinde barındırdığı adamın sesiyle bizimle iletişim kuruyor. Zaten oyundaki her şeyin ismi “betimleme” yönüyle kullanılmış. Kılıcımızın isminin neden Transistor olduğu çok barizken, karakterimizin neden “Red” olduğunu da ilk gördüğünüzde anlıyorsunuz. Bastion’ı oynayanlar hatırlar, hikaye oyuncuya bir dış ses aracılığı ile aktarılır. Burada da benzer bir yöntem kullanılıyor ancak bu kez elimizdeki kılıç aracılığı ile öğreniyoruz her şeyi. İki oyunun karakteristik anlamda benzeştiği yönlerden birisi bu. Bir diğeri ise tamamen aynı şekilde kullanılan izometrik kamera açısı. Oldukça başarılı olan bu görsel tercihin değiştirilmemesi çok yerinde bir karar olmuş çünkü Transistor bu haliyle gerçekten muazzam görünüyor. Çevre tasarımları da o dünyanın havasına çok yakışmış. YENİ ARAYIŞLAR Ancak önemli olan halef ile selefin ayrıştığı noktalar. Burada en önemli farklılık dövüş sisteminde gerçekleştirilmiş. Transistor’da gerçek zamanlı ve sıra tabanlı dövüş mekaniklerinin bir kombinasyonu kullanılıyor. Bu sistemin oldukça ilginç ve yaratıcı olduğunu söylememiz gerekli. Düşmanlar üzerinize geldiğinde anlık olarak saldırabildiğiniz gibi, zamanı durdurarak belirli saldırıları seçip sonuçlarını izleyebiliyorsunuz da. Red, yapısal olarak ne çok hızlı ne de çok güçlü bir karakter olmadığından zamanı durdurma yeteneğinin olması hayati bir önem arz ediyor. Düşmanlar öldürme anlamında fazlasıyla istekliler ve doğru planlamayı yapmazsanız mutlaka ölüyorsunuz. Tabii bu zamanı durdurma yeteneği devamlı kullanabileceğiniz bir özellik değil. Yaptıktan sonra bir bekleme süresi bulunuyor ve bu süre boyunca savunmasız kalıyorsunuz. Bu nedenle yaparken iki kez düşünmeniz gerekiyor. Savaş alanındaki tek avantajınız bu değil neyse ki. Oyunda pek çok yetenek bulunuyor ve bu yeteneklerin kullanılma çeşitliliği gerçekten inanılmaz. Her bir yeteneği aktif, pasif veya geliştirme özellikleriyle kullanabiliyorsunuz ve bu size savaşlarda çok ciddi bir hareket alanı sağlıyor. TEKER TEKER GELİN! Child of Light incelemesinde başarılı küçük oyunların altın değerinde olduğundan bahsetmiştik. Böyle oyunlar keşke daha çok gelse derken aynı ay içerisinde bir tanesiyle daha karşılaşmamız büyük mutluluk oldu. Transistor, Bastion’ı oynamış ve keyif almış herkese tavsiye edebileceğimiz bir oyun. Özellikle önceki oyunda olduğu gibi müzik kullanımıyla öyle başarılı bir iş çıkarılmış ki, oyunun sonuna geldiğinizde duygularınıza hakim olmakta gerçekten zorlanacaksınız… Transistor ► GİRİŞ ► MİRASA SAYGI ► BENZER YÖNLER ► DETAYLAR ► PUANLAMA Oyunda birbirinden farklı pek çok geliştirme bulunuyor. Düşmanları kendi tarafınıza çekme veya yardımcı yaratıklar yaratma gibi seçenekleriniz mevcut. Zamanı durdurduğunuzda bu ekran karşınıza çıkıyor ve taktiksel olarak saldırılarınızı belirliyorsunuz. Bitirici vuruşu yapamazsanız sonrası kötü oluyor tabii… Red, sesiyle dinleyenleri büyüleyen bir şarkıcı. Sesini kaybettiğinde sadece sesiyle varlığını sürdürebilen bir kılıçla yolunun kesişmesi de kaderin cilvesi olsa gerek. Oyun, hikaye aktarımı sebebiyle bazen farklı çekim açılarına geçiş yapabiliyor. Özellikle bu noktalarda oyunun derinliği tavan yapıyor. Transistor ► GİRİŞ ► MİRASA SAYGI ► BENZER YÖNLER ► DETAYLAR ► PUANLAMA PUANLAMA OYNANABİLİRLİK -9PUAN- GRAFİK -8PUAN- EĞLENCE -9PUAN- SES – MÜZİK -10PUAN- 9,0 YAPIMCI - DAĞITICI • SUPERGIANT GAMES • SUPERGIANT GAMES PLATFORM • PC, PS4 Transistor ► GİRİŞ ► MİRASA SAYGI ► BENZER YÖNLER ► DETAYLAR ► PUANLAMA