Hayatı anlamlı kılan şeylerden biri belki de ilerlemek için yaptığımız seçimler. Karşımıza sunulan fırsatlar, karşılaştığımız olaylara verdiğimiz tepkiler, hatta her konuştuğumuzda ağzımızdan çıkan cümleler bile bu seçimlerin bir parçası. Her bir seçimin ve her bir kararın ise bir sonucu, bir bedeli var. Hayatın kendi döngüsü içinde bedelin ödenemediği seçimler ise bir lüks adeta. Bazen her şey siyah ve beyaz kadar netken, seçimler ve bedelleri de en az bu iki renk arasındaki fark kadar keskin. Peki sonucunda öleceğinizi bilseniz, yine de o seçimi yapar mısını?
Westworld her bölüm ismiyle ayrı bir hikaye anlatıyor adeta. Yazıya başlamadan önce her zamanki gibi biraz bölüm ismini inceleyelim: Trace Decay. Decay teorisinden gelen bu isim silinen anıları başka bir deyişle unutmayı konu alıyor. Daha önceki incelemelerde de bahsettiğimiz gibi unutmak, anıları özgür bırakmak, acıyı arka plana itmek insanlar için bazen bir lüks olabiliyor. Ancak Decay teorisi uzun dönem değil kısa dönem anılarına odaklanıyor. Tekrar edilmediği taktirde kısa dönem anıların silindiği ve geride iz bıraktığı üzerine yoğunlaşan teori, sinir sistemine bırakılan izin fiziksel ya da kimyasal olabileceğini öne sürüyor. Decay teorisi aklımızın bir köşesinde dursun şimdi sezonun akılları en çok karıştıran bölümüne geçelim.
Geçtiğimiz bölümde dizinin ilk önemli “şaşırtma” hamlesini izlemiş, bunun yanı sıra bir robotun bir insanı öldürebildiğine şahit olmuştuk. Ford’un adeta ustalık eseri olarak yarattığı Bernard, kuşkusuz Westworld’deki diğer robotlardan çok daha ileri düzeyde bir robot. İnsan olan mühendislerin bilgi ve yetenekleri yetersiz gelmeye başladığında robotlar için kod yazabilen bir robot geliştirmeye karar veren Ford, Bernard’ın eşsiz yeteneğiyle robotlara insansı hisler vermeyi başarmış. Theresa için acı çeken Bernard yaratıcısının bu kararını sorgularken, incelemeye başladığımızdan beri yazdığımız Frankenstein göndermesi sonunda Ford’dan geliyor. Victor Frankenstein’ı bulan geminin kaptanı Walton’ın mektuplarından alıntı yapan Ford, tek bir insanın yaşaması ya da ölmesinin elde edilebilecek bilginin karşılığında çok küçük bir bedel olduğunu söylüyor.
Kısacık süren o ilk sahne bize aslında oyunun daha yeni başladığını gösteriyor.
Ford’un robotlar ve insanlar arasındaki ayrımının keskinliği ise bir kez daha gözler önüne seriliyor. Bernard’a tüm bu kötü anıları silebileceğini söyleyen Ford, arkalarında bıraktıkları kalıntılar temizlendiğinde Bernard’ı duygusal açıdan özgürlüğüne kavuşturacağına söz veriyor. Nitekim Bernard mantık filtresinden geçirince böyle bir acıya katlanmamayı tercih ediyor. Tabii Ford’un merhametinin altındaki ince tehditi de hesaba katarak. Zira Ford, duygusal olarak yıpranmış bir yardımcıya ihtiyacı olmadığını kesin bir dille belirtiyor.
İkilinin konuşmasında asıl dikkat çeken ise Bernard’ın suçluluk duygusu, kafa karışıklığı ve farkındalıkla başta Ford’a ilk etapta yardım etmeyi reddetmesi. Her ne kadar Ford yarattığı hayata duyduğu merhametle korumacı bir şekilde hareket ediyor gibi görünse de Bernard’ın zihninde olaylar böyle değil. Ford’a yardım etmeyeceğini ve burayı yerle bir edeceğini söyleyen Bernard’a Ford’un cevabı ise oldukça ilginç: “Beni tehdit eden ilk kişi sen değilsin. Arnold da seninle benzer hisler yaşamaya başlamıştı. Ancak o da beni durduramadı.” Burada kafamızdaki soru işaretleri artarken teori kısmında dile getirmek istediğimiz Arnold’un kişiliği ve Ford’la ilişkisine yönelik yeni fikirlerimiz oluşuyor.
Sekizinci bölümle beraber neyin gerçek neyin sahte olduğunu hiç olmadığı kadar sorguladık diyebiliriz. Karakterlerin gerçeklik algısındaki darbe izleyiciye de sert bir şekilde vuruyor. Bu algı karmaşasını yaşayanlardan biri de Bernard. Bir robot olduğunun farkında olduğu halde Theresa’ya olan duyguları, oğlu için çektiği acı, karısı… Kısacası tüm hisleri ona hala “gerçek” geliyor.
Ford’un da söylediği gibi tüm “host”ların bir hikayeye ihtiyacı var.
Bu noktada Ford geçtiğimiz incelemede yazdığımız sözleri dile getiriyor: “Hayali acın seni gerçek kılıyor.” Acının sadece zihinde varolduğunu söyleyen Ford, Arnold ile sık sık robotlar ve insanlar arasındaki farkın ne olduğunu tartıştıklarını ve sonunda bunun Arnold’ı delirttiğini belirtiyor. Halbuki tanrı rolündeki Ford için her şey oldukça basit ve anlaşılır. Bilinci tanımlayamadıklarını çünkü bilincin var olmadığını söyleyen Ford, insanların her ne kadar dünyaya bakışında bir farklılık olsa da robotlar gibi belli döngülerde yaşadığını belirtiyor. Robot ve insan arasındaki ayrımı kesin bir şekilde yaptığını dile getiren ve robotlara karşı duygusal bir bağ ile yaklaşmadığını dizide pek çok kez belirten Ford, işin özünde Bernard’a insanlarla robotların o kadar da farklı olmadığını söylüyor aslında.
İkilinin bu gizli buluşmasındaki asıl can alıcı nokta ise Bernard’ın “Bana daha önce kimseyi öldürttün mü?” sorusunda yatıyor. Dr. Ford böyle bir şey yapmadığını söylerken ise Bernard küçük bir hatırlama anı yaşıyor. Elsie iki bölüm önce bıraktığımız yerde tam büyük bir keşif yaparken gizemli birinin saldırısına uğramıştı. Hatta biz geçen bölümün incelemesinde bu kişinin Theresa için çalışan Ashley Stubbs olabileceğini öne sürmüştük. Görünen o ki daha fazla yanılamazdık. Elsie’yi boğmaya çalışan bir Bernard’la karşılaşınca şaşırmadık dersek yalan olur. Düşününce, Ford’un Elsie’yi öldürmek için görünürde bir motivasyonu bulunmuyor.
ElsIe’nin Theresa’nın oyununu ortaya çıkarması, Ford’un oldukça işine gelen bir bilgi oldu. Peki Bernard neden ElsIe’ye saldırdı?
Açıkçası Ford böyle bir emri kendisinin vermediğini söylediğinde bu açıklamayı oldukça samimi bulduk. Çünkü az önce de söylediğimiz gibi aksini destekleyecek bir şey sunamıyoruz. Bernard’ın bu hamlesi ise bizi Elsie’nin son sözlerini hatırlamaya itti. Elsie Theresa’nın dışında çok daha büyük bir şeyler olduğunu keşfetmiş, birilerin robotların kodlarıyla oynadığını ve robotları değiştirdiğini söylemişti. Bunu yapan kişininse Arnold olabileceğini belirtmişti. Sonraki sahne Elsie’yi ne yazık ki göremedik. Bernard Ford’un düşündüğü kadar sadık olmayabilir mi? Bunu da teori kısmında tartışmak üzere bir kenara bırakalım.
Her bulduğumuz fırsatta incelemede Anthony Hopkins övgüleri yapıyoruz ancak dizinin etkileyici oyuncu kadrosunda övgüye değer pek çok isim var. Bunlardan biri sekiz bölümdür karakterini ince ince işleyen Thandie Newton. Maeve’i canlandıran Newton da kelimelerden çok bakışlarıyla oynayanlardan. Bir Hopkins değil belki ama geçmişte karakteri anlamamıza oldukça yardımcı oldu diyebiliriz. Newton bu bölüm de yine yüzüyle oynamaya devam ediyor.
Aynı salonda bir başka güne başlayan Maeve, en yakın arkadaşı Clementine yerine yeni bir Clementine getirildiğini görünce biraz siniri bozuluyor. Ancak daha önce de dediğimiz gibi Maeve’in varoluş aydınlanması Dolores’e kıyasla çok daha farklı. Bıkkın bakışlarında sabırsızlığını hissettiğimiz Maeve, yeni Clementine onunla konuştuğunda aynı cümleleri kurmasıyla başta şaşırsa da sürekli aynı döngüde olduğunun çok bilincinde. Tamamen amaç odaklı hareket eden Maeve’in aşamadığı şey ise geçmiş anıları.
Gerçek ve sahte arasındaki ayrıma varamayan Maeve, bu hatırlama anlarını o kadar yoğun yaşıyor ki, gerçekliğini sorguluyor kısa bir an. İnsanların anılarını bu kadar detaylı ve gerçekçi hatırlamamasına karşın robotların anıları “yaşıyor” olması hayatlarına bir dezavantaj olarak yansıyor. Maeve’in özgürlüğüne giden yolda ise küçük bir problem olduğunu öğreniyoruz. Üretilen robotların merkezden dışarı kaçması halinde bir güvenlik protokolü bulunuyor. Robotların omuriliğinde patlayıcı bulunuyor. Boynun biraz alt kısmındaki C6 diskinde yer alan bu patlayıcı robotları öldürmese bile vücudun tamamını felç edebilecek bir noktada. Bunun üzerine yeniden yapılandırma isteyen Maeve’in Delos’tan kaçabilmesi için bir orduya ihtiyacı olacak. Daha önceki incelemelerde Maeve’in diğer robotları organize etmek isteyebileceğinden bahsetmiştik. Bu bölümde durum kesinleşti gibi. Maeve’in kendini Westworld’de “tanrı” konumuna getirmesi de bu amaca hizmet ediyor. Zira artık Maeve robotlarla konuşarak onları istediği doğrultuda yönlendirebiliyor.
Yakında robotların insanlara karşı ayaklanmasını göreceğiz gibi görünüyor.
Maeve’in küçük farkındalığı Arnold’ı da keşfetmesini sağlıyor. Ancak Maeve’in ilk robotlardan olmasına karşın Arnold ile ilgili hiçbir şey bilmemesi oldukça ilginç. Parktaki 82 ilk nesil robottan biri olan Maeve, Arnold’ı çalışanlara soruyor. Soyadını dahi bilmediğimiz Arnold’ın bir kod ad olup olmadığını sorgulattı bu durum. Maeve’in zincirlerinden kurtulması sayesinde ise bir robotun herhangi bir emir almadan bir insana öldürücü bir darbe ile saldırdığını gördük. Sylvester üzerinde yaptığı testle onun boğazını kesen Maeve, yine de ölmesine izin vermedi. Zira Sylvester’ın ölmesi durumunda işlerin daha da karışacağının ve planının tehlikeye düşeceğinin farkında. Sylvester’ın kestiği boğazı ise o an hatırlayamadığı bir başka anısını hatırlattı.
Maeve yaşadığı büyük acıyla “insanlaşarak” itaat zincirlerini daha önce de kırmıştı.
Siyahlı Adam, Maeve ve labirent ilişkisini açıklayan bölümde, Maeve Siyahlı Adam evine geldikten sonra neler olduğunu hatırladı. Tam kaçışı sırasında aniden anılar içinde kaybolan Maeve, çocuğunun gözleri önünde öldürülmesinin yarattığı acıyla önce ölümü reddediyor, sonra kodlarında zarar verme olmadığı halde Siyahlı Adam’a zarar verdiğini görüyoruz. Maeve’i sakinleştirmek ise yine Ford’a düşüyor. Arnold’ın robotların kodlarında bıraktığı bir izle, belirli bir müzik sayesinde sakinleşen Maeve çok tanıdık bir cümle kuruyor: “Kızımdan bana kalan tek şey bu.” Aynı cümleyi daha önce Bernard ve Dolores’ten de duymuştuk. Açıkçası bu acının onları daha insansılaştırdığını ve bunu kaybetmek istemediklerini düşünüyoruz.
Maeve’in Siyahlı Adam’la olan anısındaki bir diğer detay ise, kontrolü anlık olarak yitirmesi. Anının içinde hapsolduğunda gerçek ve anıyı ayırt edemeyen Maeve, Clementine’ı öldürerek tüm dikkatleri üzerine çekti. Ancak oldukça etkileyici bir zeka puanı olan Maeve’in bu durumu da lehine çevireceğinden kuşkumuz yok. Hikayenin Siyahlı Adam tarafını ise ayrıca işleyeceğiz.
Dizinin en keyifli sahneleri Dr. Ford’un kuruldan gelen Hale’e alttan alttan savurduğu tehditlerdi. Oynadıkları oyunun ilk roundunu Ford kazanırken hem Hale’i uyardı, hem Bernard’ı tekrar şirkete soktu, hem Theresa’yı sorunsuz bir şekilde saf dışı etti hem de kurulu kendi dediğine getirdi. Bir taşla adeta bir kuş sürüsü vuran Dr. Ford, oyunun bitmediğinin elbet farkında ancak bir yandan da canla başla hazırladığı yeni hikayesine odaklanmış durumda. Ford’un bu yeni hikayesinin sunacağı görsel şölenin ne olacağı açıkçası merak konusu.
Hale ise kolay kolay pes etmeyecek insanlardan. Ancak ne yazık ki bu inadı onu ölüme biraz daha yaklaştırıyor gibi görünüyor. Ford kadar olmasa da oldukça zeki olan Theresa’nın ayak uyduramadığı oyuna açıkçası zekasına güveneceğimiz son insan bile olmayan Sizemore’u dahil etmesi Hale’in çaresizliğini gösteriyor. Zira artık Delos’ta onun tarafını tutabilecek kimse yok. Sizemore’un Ford’a duyduğu nefreti çok güzel bir şekilde yönlendiren Hale, kullanmak için ilk bölümlerde muhteşem bir performans sunan Dolores’in babası Peter Abernathy‘i seçiyor. Oldukça rastgele olan ve buzlukta en az bozulmuş robotu seçmeye yönelik yaptığı bu tercihin sonuçlarını çok merak ediyoruz. Zira cehennemin kapılarının açıldığını iddia eden ve yaratıcısıyla tanışmak isteyen Abernathy’nin 35 yıllık bilgiyle neler yapabileceği bir muamma. En azından Sizemore’un düşük kaliteli hikayelerine uymayacağına inanmak istiyoruz.
Bu bölüm en önemli gelişmelerden birini Siyahlı Adam’la yaşadık. Geçmişine dair yeni bilgiler öğrendiğimiz Siyahlı Adam, Teddy’e biraz kendini anlattı. “Ben tanrıyım” diye cümleye başlayan Siyahlı Adam, sanayi devi, hayırsever, aile babası… diye devam etti. 35 yıllık parka 30 yıldır geldiğini daha önce söyleyen Siyahlı Adam geçtiğimiz yıl karısının intihar ettiğini anlattı. Durumu hala kabullenemediği belli olan Siyahlı Adam bunu “kaza” olarak nitelendiriyor. 30 yıllık evliliğin bir anda yok olduğunu ve kızının (Emily) onu suçladığını da anlatmayı ihmal etmiyor. Onlara zarar vermediğini asla buradaki halini görmediklerini söyleyen Siyahlı Adam, karısının bunu yine de bildiğini belirtti. Karısına yanıldığını kanıtlamak için parka bir kez daha geri döndüğünde Ford’un hikayeleri yerine kendi hikayesini oynayan Siyahlı Adam’la Maeve’in yolu da bu şekilde kesişiyor.
Bir şeyler hissedip hissetmediğini görmek için Maeve ve küçük kızını gözünü kırpmadan öldüren Siyahlı Adam’ın hiçbir şey hissetmediğine yönelik itirafı ise takdir edilesi. Çok kısa bir saniye de olsa Maeve’in gerçekten canlandığını söyleyen Siyahlı Adam, labirentin de kendini o zaman gösterdiğini belirtiyor. Yani bir robot zincirlerini kopardığında, labirent ortaya çıkıyor. Ford’un oyununda nereye gidilirse gidilsin ziyaretçiler hep güvendeyken, Arnold’ın oyunu gerçek hayatı sunuyor. Maeve’in Siyahlı Adam’ı yaralamasının da Arnold’ın oyununun bir parçası olduğunu düşünüyoruz.
Dizi başladığından beri bizim tüm içtenliğimizle gerçekleşmesini istediğimiz ancak hayranların favorisi olan teori “çoklu zaman seyri” konusunda sanırım artık konuşmak durumundayız. Sekizinci bölümü tek bir kelimeyle özetleyecek olsak karmaşa kelimesini seçerdik. Çünkü bir yandan teorileri doğrular gibi olurken öbür yandan sanki çürütürcesine hamlelerle kafamızı allak bullak etti. Ancak söz konusu çoklu zaman seyri teorisi olduğunda gelin dizi bu bölüm neler söylemiş bakalım.
Ana teoriye göre Dolores’le izlediğimiz bölümlerin büyük bir kısmı geçmişte geçiyor. Siyahlı Adam ise günümüzde yer alıyor. Dolores’in yanındaki William’ın ise Siyahlı Adam olduğu iddia ediliyor. Peki bu bölümün teoriye katkısı nedir? Dolores’in uzun süredir beyaz bir kiliseye dair imgeler gördüğünü biliyorduk. Herkesin katledildiği bir kasaba, karmaşa, acı ve terör Dolores’in kafasını karıştırmaya devam ediyordu. Bu bölüm labirente gittiğini sandığımız Dolores, beyaz kilisenin olduğu kasabaya geldiğinde bizi 34 küsur yıl önceye, robotların daha “öğrenme” aşamasında olduğu zaman dilimine götürdü. İkinci bölümde William’ı karşılayan Talulah Riley‘in canlandırdığı Angela, ilk yapılan robotlardan biri olarak kasaba sakiniymiş. Maeve aynı şekilde dans etmeyi öğrenirken, The Stray bölümünde deliren robotlardan birini de yine görüyoruz. Pariah’taki küçük çocuğun yanımıza gelmesiyle işler karışıyor. Bir anda kasabada kaos başlıyor ve toz toprak ardında yüzünü göremediğimiz bir adamın sağa sola ateş ettiğini görüyoruz. Ardından Dolores kendiyle karşı karşıya geliyor ve kafasına bir silah dayamış halde intihar etmek üzereyken karşımıza çıkıyor.
Bu anda Dolores’i bu çılgın anıdan uyandıran William yüzünden hikayenin devamını göremesek de az çok tahmin ediyoruz. Burada asıl önemli olan arkadaki kilisenin yıkık dökük olması. Bu bilgi şimdilik cebimizde dursun, hemen Teddy ve Siyahlı Adam sahnesine geçiş yapalım. Burada Talulah Riley’in canlandırdığı Angela bir kez daha karşımıza çıkıyor. Bu kez Wyatt hikayesine dahil edilmiş. Ancak bu robotların farklı hikayelerde ilk kez kullanılışları değil elbet. Bu sahnedeki kilit nokta ise Siyahlı Adam’ın “Senin emekli olduğunu sanıyordum” demesi. İşte bu iki sahne birleşince ortaya küçük bir zaman sıçraması çıkıyor.
34 küsur yıl önce park ilk kurulduğunda köy halkından biri olan Angela, parktaki vahim olaydan sonra Westworld’de ziyaretçileri karşılama ekibine dahil oluyor. Bu olaydan yaklaşık 4 yıl sonra parka gelen William, Angela ile tanışıyor. Dolores’le böylesine yoğun bir macera yaşayan William’ın macerası nasıl bitti bilemiyoruz ancak eve dönüp evlenmesi gereken o çok güzel kadınla evleniyor ve Emily isimli bir kızları oluyor. 29 yıl sonra karısı intihar eden William zaman içinde Siyahlı Adam’a dönüşüyor. O sırada emekliye ayrılan Angela ise günümüze Wyatt’ın hikayesinde bir karakter olarak adapte ediliyor. Böylece karşımıza geçmiş ve günümüz olmak üzere iki zaman dilimi çıkıyor. Bir de her şeyin başladığı beta testi dönemi var tabii ama onu şimdilik bir “anı” olarak değerlendiriyoruz. Bu yazdığımız açıklama herhangi bir kesinliğe sahip değil elbette ama hayran hikayesiyle beraber düşününce kulağa oldukça mantıklı geliyor.
Dolores ise kafamızı karıştırmak için elinden geleni yapıyor. Zira Dolores dizi boyunca hem günümüzde hem de geçmişte varlığını sürdürüyor. Bu durumda zaman dilimi konusunda kafaların bu denli karışması da oldukça normal aslında.
Bernard, Ford ve Arnold üçgeni gerçekten öyle ya da böyle vurucu bir çözümlemeye sahip olacak. Ford’un robot bir yardımcı yaratmayı ilk kez Bernard’la düşünmüş olma olasılığını bir kenara bırakırsak biraz heyecan verici teorilerden bahsedelim deriz. Robert Ford’un insan olduğu varsayımıyla yola çıktığımızda Arnold’ın aslında Bernard olduğunu ve en başından beri robot olduğunu düşünelim. Ford ile sık sık insan ve robotlar arasındaki fark konusunda tartışan Arnold’ın zamanla delirmesi, farkındalığının artması, kin tutması imkansız değil. Zira bunların hepsinin robotlar tarafından yaşandığını farklı farklı örneklerde gördük. Parkı yok etmeye karar veren Arnold’ın diğer robotların benzer bir sahte döngüde devam etmemeleri için hareket etmiş olma ihtimali de oldukça güçlü. Dr. Ford’un tehditvari konuşmaları Arnold’ı öldürmüş olabileceğini gösterse de intihar da uzak bir ihtimal değil. Çünkü bu bölüm Maeve’in zincirlerini kırdıktan sonraki ilk hareketinin kendini öldürmek olduğunu görüyoruz. Arnold eğer bir robotsa virüs vari kaynak kodlara sızması da yine olası. Sanal yoldan kodları değiştirebilir, robotlarla Bicameral Mind tekniğiyle konuşabilir.
Arnold’ın insan ya da robot olması durumunda Bernard’ın aslında Arnold’ın bir klonu olma teorisi ise yine en popülerlerlerden biri. Bernard’ın Elsie’nin keşfinden sonra onu susturma çabası, bu teoriyi destekleyen detaylar arasında yer alıyor. Ford’un Bernard’a Arnold’dan her bahsettiğinde ikili arasındaki benzerliklere vurgu yapması da yine dikkat çeken bir detay. Ford’un Bernard’a gösterdiği fotoğrafta Bernard’ın Arnold’ı göremediğini de hatırlatalım. Çünkü daha önce Ford’un da dediği gibi, kendilerine zarar veren şeyleri göremiyorlar. Yani Arnold her kimse, Bernard’ın Arnold’ı görmesi ona zarar verecek bir detay. Bu bizzat Bernard’ın kendisi de olabilir, Westworld’e gizlenmiş bir başka robot da olabilir.
Geçtiğimiz incelemede Dr. Ford’un gizli mahzeninde Theresa’nın robotunu yaptığını düşünmüştük. Ancak bu teori için umutlarımız fazla sürmedi. Theresa’yı Hale’e bir tehdit unsuru olarak kullanan Ford’un yarattığı yeni robotu için daha büyük planları var gibi. Kim bilir belki de iki bölümdür tatilde olan Elsie’dir.
Geçtiğimiz bölüm hakkında fena yanıldığımız Ashley Stubbs ile ilgili teorilerimiz ise bitmiş değil elbette. Keskin bir karakter olan Stubbs, Bernard’daki değişimi Theresa ile olan ilişkilerini fark ettiği gibi anladı. Stubbs’ın hikayedeki önemi ise çoklu zaman teorisi için kilit isim olması. Öyle ki William ilk kez birini öldürdüğünde çıktığı yolculukta Stubbs’ı gördüğümüz gibi günümüzde de hiç yaşlanmamış bir Stubbs var. Yeni eğer birden fazla zaman dilimi varsa Stubbs’ın bir robot olması lazım. Eğer Stubbs robot değil gerçek bir insansa o zaman tek bir zaman dilimi var demektir.
Dizinin sekizinci bölümü bir yandan düğümleri gevşetirken bir yandan da yeni düğümler attı. Öyle ki şu durumda Dolores Arnold çıksa şaşırmayacak noktaya geldik diyebiliriz. Hatta öyle bir durum için dahi yazacak bir teorimiz var. Sezonu bitirmeye az kala oldukça zor, dağınık ve bir o kadar da karmaşık bir bölümü geride bıraktık. Son virajı dönerken aksiyonun dozunun artırıldığı Westworld’ün izleyiciyi şaşırtmak için yapmayacağı şeyin olmadığını da ekleyelim.
TÜM İNCELEMELER
– Westworld 1. Sezon 1. Bölüm “The Original” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 2. Bölüm “Chestnut” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 3. Bölüm “The Stray” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 4. Bölüm “Dissonance Theory” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 5. Bölüm “Contrapasso” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 6. Bölüm “The Adversary” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 7. Bölüm “Trompe L’Oeil” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 8. Bölüm “Trace Decay” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 9. Bölüm “The Well-Tempered Clavier” incelemesi
– Westworld 1. Sezon 10. Bölüm “The Bicameral Mind” incelemesi