Ancak Witcher demek hikaye demek ve bizi de burada ne kadar dolu bir içeriğin olduğu ilgilendiriyor aslında. Şöyle söyleyelim; Blood and Wine, bir önceki eklenti paketi olan Hearts of Stone’un iki katından daha fazla diyaloğa sahip. Bu da sanıyoruz ki ne denli ayrıntılı bir hikaye yazıldığının en net göstergesi. Lakin tüm bunların yanında, ana oyunun gerisinde kalan parçalara sahip olduğunu görmezden gelemeyeceğimiz yanları da yok değil. Genel anlamda Blood and Wine’ın karakterlerinde bir sorun var. Hemen hemen tamamı alıştığımız Witcher kalitesinin bir tık altında kalmış. Özellikle de ana düşman, genel yapıya göre o kadar sönük kalmış ki anlatmak mümkün değil.
CD Projekt gibi, kötü karakterlerinin alt yapısını kusursuza yakın işleyen bir firmanın nasıl olup da burada çukura bastığını bilmiyoruz. Neyse ki Witcher’ın yan görevleri de en az ana görevleri kadar kaliteli olduğundan, genel perspektifte hala memnuniyet seviyesinin üzerinde kaldığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Şöyle söyleyelim; mizah hiçbir zaman Witcher serisinin önceliği olmamıştır ancak burada bir iki tane ciddi anlamda mizahı odağına almış görevle karşılaşacaksınız ki bizce güzel bir değişiklik olmuş.
ŞEREFİNE ESKİ DOST!
Yazı içinde birkaç kez, Geralt’ın son macerasını huzurla kapatmasından duyduğumuz memnuniyetten dem vurduk. CD Projekt, bunu perçinlemek için evimize bir adet üzüm bağı eklememize de izin vermiş. Tıpkı emekli olduğunda Bodrum’a yerleşme hayali kuran bizler gibi, kendi bağından topladığı üzümlerle verandasında şarabını yudumlayan bir Geralt var karşımızda. Artık onu rahatsız etmenin bir anlamı yok sanki. Hadi CD Projekt RED, o sihirli dokunuşunu Cyberpunk’a kaydırmanın vakti geldi de geçiyor…