Nazi pataklamanın yıllardır düşmez kalesi olan Wolfenstein, yeterince Nazi tekmelemediğimize karar vererek bir kez daha bizleri mutlu ediyor. En, “kötünün içindeki iyiyi görebilen” insanın dahi şevkle dahil olduğu Geleneksel Wolfenstein Nazi Tartaklaması Şenliği’ne hoş geldiniz. Wolfenstein’ın FPS türünü nasıl derinden etkilediğini daha önce çok defa konuştuk. Her ne kadar günümüzde bu türün en iyi isimleri arasında adı pek sık yer almasa da, hala düzenli aralıklarla bu isim altında çok kaliteli işler çıkmaya devam ediyor. Wolfenstein’ın türe yaptığı katkının dışında, bir de Nazi avlamayı son derece kabul edilebilir göstermesi gibi bir özelliği bulunuyor. Söz konusu düşmanlar “Nazi” başlığı altında ele alınsa dahi, sonuçta gerçek hayatta rejimin baskısı nedeniyle bu eylemleri yapmak zorunda kalan askerler olduğunu da biliyoruz. Ancak Wolfenstein daha en başından beri alternatif bir Nazi gerçekliğini ele alarak, onları istisnasız olarak acımasız ve ölümcül düşmanlar kategorisine dahil ettiği için, herhangi bir vicdan azabı yaşamadan hepsini delik deşik edebiliyoruz. Bugün oyunlarda Naziler, tıpkı zombiler gibi ölmeyi hak eden düşman kategorisinde yer alıyorsa, bunda Wolfenstein’ın büyük bir payı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. MÜTHİŞ AÇILIŞ Wolfenstein: The New Order, serinin azalan şöhretini çok iyi kurtaran bir oyun olmuştu. Günümüz FPS oyunlarında standart hale gelmiş pek çok mekaniği görmezden gelerek, en başta sevilmesini sağlayan yapılara göz kırpmasının bu başarıda etkisi büyüktü. En basitinden sağlığın kendiliğinden yenilenmeyip, etraftan sağlık paketi bulunması gerekliliği getirmiş olmaları bile alkışlanmayı gerektiren cesur bir hamleydi. Bu kritik mekaniksel kararlar iyi bir senaryo ve hızlı bir aksiyonla da birleşince pek çok kesim tarafından hak ettiği övgüyü almıştı. The New Colossus; hemen hemen aynı yapıyı koruyarak, ilk oyunun tam da bittiği saniyeden başlıyor. Hikayeyi anlatabilmek için ilk oyunu oynamamış olanların keyfini biraz kaçıracağız burada ne yazık ki. O nedenle oynama niyetiniz varsa bu incelemeyi sonraya bırakmak isteyebilirsiniz. 2. Dünya Savaşı’nı Almanların kazandığı alternatif bir hikayeyi konu alan yapımda, teknolojisi almış yürümüş Nazi rejimine karşı yine karakterimiz Blazkowicz ile kafa tutuyorduk. Son sahnede kendimizi de feda ederek Nazilere büyük bir darbe indirirken oyunu bitirmiştik. Burada dava arkadaşlarımızın bizim fedamızın gerçekleşmesine izin vermeyerek bizi kurtarışlarını ve ağır yaralı bir şekilde denizaltına kaçışımızı görüyoruz. Wolfenstein olmanın şanından olsa gerek, yine hasta yatağımızdan zar zor hareket edebilir bir şekilde kalkarak da direkt olarak aksiyonun içine dalıyoruz. Tekerlekli sandalye ile Nazi avladığımız açılış sekansı, uzun zamandır bir oyunda gördüğümüz en iyi başlangıçlardan olabilir. Kendimize geldiğimiz andan itibarense, sadist Nazi kumandanı Frau Engel’in peşine düşerek gücünü genişleten düşmana darbe vurmayı amaçlıyoruz. HAYDİ BİRAZ AMERİKA ÖVELİM Lakin bu kez Naziler işin suyunu iyice çıkarmış durumda. Kuruluş anından itibaren özgürlük kelimesinin (ki bu durum gerçek hayatta da oldukça ironik sonuçlara gebedir) altını çizen Amerika Birleşik Devletleri’ni işgal eden Naziler, nükleer bombaların da yardımıyla Amerika’yı ilginç bir Nazi Almanya’sına dönüştürmüştür. Blazkowicz ve saz arkadaşları ise Amerika’nın bu davadaki önemini bildikleri için ülkeyi kurtarmak adına kolları sıvar. Bu noktada oyunun taşıdığı nadir sıkıntılardan birine değinmek gerekiyor. Her ne kadar Blazkowicz’in çocukluk anılarını gördüğümüz kısımlarda, babası üzerinden ağır bir ırkçılık ve özgürlük güzellemesi yapsa da oyun, genele baktığımızda çok yoğun bir Amerikan propagandası da barındırıyor içinde. Tabii burada oynadığımız hikayenin alternatif bir gerçeklik olduğunu ve acımasız Nazi rejimine karşı ayakta durmaya çalışan bir ülke konumunda olduklarını da dikkate almak gerekiyor elbette ancak sık sık karşılaşılan; “üstün ülke” yakıştırmaları bazılarını rahatsız edecektir muhakkak. Bizi çok rahatsız etmedi ama bu tip konularda takıntılı olanlar varsa diye uyarımızı da yapmış olalım. HAREKET ETMEDEN ÖNCE DÜŞÜNÜN Oynayanların hatırlayabileceği üzere önceki oyunda iki dava arkadaşımız arasında bir seçim yapmak durumunda kalıyorduk. O seçimin sonuçları bu oyunu doğrudan etkilediğinden, oyun açılış anında aynı seçimi tekrar yaptırıyor. Burada kimin hayatta kalmasını tercih ederseniz, oyun boyunca karşımıza çıkan sinematikleri ve eylemleri buna göre değiştirmiş oluyorsunuz. Bu etkinin çok küçük çaplı olduğunu söyleyemeyiz, o nedenle seçiminizi değiştirerek ikinci bir kez oyunu oynamak isteyebilirsiniz. Yaklaşık olarak 12 ila 15 saat arası süren oyun, aksiyon ile dinginlik arasında son derece başarılı bir denge yakalıyor. Eğlenceyi maksimum seviyede tutmak için yeter sayıda düşmanı karşınıza çıkarıyor. Ancak elde makineli tüfek, sıka sıka gitmek yerine biraz daha düşünerek hareket etmenin de bu oyunda faydalı olduğunu söyleyelim. Düşman gruplarında yer alan komutanların destek çağırma özelliği bulunduğu için, sıka sıka gittiğinizde çoğu zaman haddinden fazla düşmanla mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz. Bunun yerine başlangıçta sessizce hareket etmeyi ve komutanı gizli bir şekilde elimine etmeyi tercih ederseniz, kalan askerlerle istediğiniz gibi oynayabilirsiniz. Her silahı çift el kullanma imkanı tanıması sayesinde bu kısımda fazlasıyla eğleneceğinizi söyleyebiliriz. ANLAM TAŞIYAN KARAKTERLER Dinginlik anlarında ise oyun sinematiklerle resmen şov yapıyor. 100’den fazla aktörün, 40 saatin üzerinde kaydedilen performansları ile hayat bulan oyun içi ve dışı sinematikler, küçük büyük ayırt etmeksizin tüm karakterlerin derinlik kazanmasına imkan tanıyor. “Sen bir yürüyen silahsın, git ve öldür” demek yerine, ekip arkadaşlarımızla olan diyaloglarımıza önem göstermesi ve her birinin kendi ajandalarına sahip olması çok iyi işlenmiş. Günün sonunda her biri aynı amaç doğrultusunda bir araya gelmiş olan bu insanların, kusurları ve eksiklikleriyle işlenen hikayeleri bazen aksiyonu bırakıp onlarla konuşmak istemenize bile neden oluyor. Hele diktatör Engel’in Nazi karşıtı kızı, grup içinde muazzam diyaloglar oluşmasını sağlıyor. Grafiklerin ve seslendirmelerin harika olmasını çatışma anlarından ziyade, bu kısımlar üzerinden ele aldığımızı da belirtelim. Çünkü karakterlerin ruh halini de yansıtmayı başaran, çok iyi bir işçilik var ortada. Grafiklerin güzelliği işgal altındaki Amerika topraklarında da kendini gösteriyor. Önceki oyuna göre daha geniş alanlara sahip olan The New Colossus, “Amerika böyle bir rejim tarafından işgal edilseydi nasıl bir yer olurdu?” sorusunu çok başarılı bir şekilde resmetmeyi başarıyor. FPS SEVEN HERKESE GÖRE Bugün iyi bir FPS değerlendirmesi yapmak istediğimiz zaman, Bioshock seviyesinin altını kabul etmediğimiz bir dönem yaşıyoruz. Uzun zamandır Wolfenstein bu seviyelere ulaşmakta zorluk yaşıyordu ne yazık ki ancak hikaye ve karakterlere de önem vermesi sayesinde, The New Colossus’un bu kalibrede rahatlıkla değerlendirilebileceğini söyleyebiliriz. Evet belki 92 yılında oyun dünyasına yaptığı etkinin bir benzerini burada tekrarlayamıyor ancak hem eski hem de yeni dönem oyuncuları aynı pota altında mutlu edebilen çok iyi bir oyun olmayı başarıyor. DETAYLAR Tam; “Nazi de olsa, insan insandır” diye düşüneceğiz, oyun Nazileri öyle bir resmediyor ki düşüncelerimiz boğazımıza düğümleniyor. Hele bu abla, tam dayaklık… Wolfenstein deyince akla gelen en önemli özelliklerden biri de çift elle silah kullanmak tabii ki. Her iki elinize de farklı silahlar alıp, arzu ettiğiniz şekilde sıka sıka gidebiliyorsunuz. Nazi Almanya’sı savaşı kazanınca, teknolojinin musluklarını öyle bir açmış ki belli değil. Bu oyunda karşınıza çıkacak düşmanlar normalden de daha büyük ve ölümcüller. Uzun süredir hayatımızda olan Blazkowicz’in çocukluğuna bu oyunda tanıklık ediyoruz ve babasının nasıl iğrenç bir insan olduğunu görüyoruz. Valla iyi çıkmış oradan bizim toraman. PUANLAMA